Blog

Son Durak

hırsız
Kimse söylemedi kalbime seferinin bittiğini, 

Ben seni bekledim 
Saat, gitmemi.


Beni aldığın yere bırakamayacaksın anlaşılan. Oysa beni aldığında boş gibiydi yüreğin veya gururum görmesin diye oturttun hepsini bir köşeye. Onların da hakkını yiyemem, iyi saklandılar benden. Yolu aşındırdık ama görüyorum ki yoldan çok sen aşındın. Ben şimdi burada insem, beni aldığın ilk yere, umutlarımın beyazlığına, düşlerimin kısraklığına doğru koşsam yorgunluktan dizlerim titreyecek, belki bir yerde bayılıp kalacağım ama sonra sana sarılışım aklıma gelecek, yine dizlerim titreyecek.
Ben boşuna mı ko(nu)şuyorum?
Yüreğinde yolculuk yaptığım süre boyunca anladım ki; hiç hareket etmeden sessizce bir köşede durursam eğer birçok kez son durağı görebilirim. Biliyorum bu sana yük olacak ama lanet olsun ki böyle yapınca kıymet biliniyor hatta en çok bu tipler seviliyor. Sessiz, efendi, uslu olarak anılıyor. Dost sohbetlerinde ballandıra ballandıra anlatılıyor bu insanlar. İçeriyi kirletmelerinden, yeni yolcuları katletmelerinden, yer işgallerinden kimse bahsetmiyor.
Ama ben susamam ki.

Saat geldi artık, gitmeliyim. 

Üstü kalsın sevgimin 
İte köpeğe harcarsın.

mirfanK’11
Blog

Gözümü Gördüm!

engel
“Çarpa çarpa buldum ben seni, 

Parça parça kaybedemem!”


Papatya sarısı duvarlar korkusuz ve zahmetsiz geleceği vaad ettiler hep, bir çift gözüm vardı ama ben duvardan önce papatya görüyordum. Bilemezdim başkalarının kirlettiği dudakların beni beyaz söyleyemeyeceğini. Griye çalan bir renkte düşerken o dudaklardan, senin kara gözlerini gerip beni izlediğini göremedim. Evet, bir çift gözüm vardı ama ben temizlik işçisiydim.
Hangi itiraf zamanı parçalayabilir ki?
Olmadı işte! Sana yakışmam için ucuz gönüllerde cam silmem gerekiyormuş, gözlerim nasırlı geldim. Ben o camlarda kendimi bile göremedim, şimdi söyle beni affeder misin?
Gömülmeyi bekleyecek kadar öldüğüm zamanlar oldu benim. Karanlığın göbeğinden sıyrılıp aydınlığı dünyama oturttuğunu göremeyecek kadar öldüğüm zamanlardı onlar, gölgende nefes almak yerine güneşe kafa tuttuğum zamanlar;

Ah o ahmak takvim, 

Ah o zevzek kadınlar!

Omuzlarımı aşındıran gözyaşları oldu, dizlerimi hangi masallarla uyuttuğumu bilmiyorum, uyandırsaydım sana koşacaklardı, sana o karalıkta gelemeyecek kadar korkaktım, gözlerimi okumuş muydun? Benim bir çift gözüm vardı, bir yalancıya şahit vermiştim.

Evet, seni kokundan bulacak kadar köpektim / Üstelik gözlerim, gözlerinden kara çalıyordu!
mirfanK’11
Blog

Dilenci

canı yanmayan zaman diliyorum şimdi,
canım yanmadığı zaman
canım zaman
canım
sen.
dileniyorum.
mirfanK’15
Blog

Dikiş

 

üşüyen kuşları izlerken bir düğmeyi ezdim. kimin göğsünden kopmuş bilmiyorum. geçenlerde de yeleğimin fermuarını kopardım. kalbime yakındı. bilmiyorum ki kuşlar şüphe ediyor mu kar tanelerinin niyetinden, ayağımın altındaki düğmenin sesi var sadece. oracıkta, kapının önünde. birinin göğsünden kopmuş bir düğme; belki de kolundan, düğme intihar eder mi?
birlikte sinemada izlediğimiz filmler gündüz kuşağına kadar düşmüş. işte şimdi kendimi o düğme gibi hissediyorum. ölmemiş ama kopmuş. birileri farkında ama sahibi değil. bir dili var ama kimse bilmiyor.
kuşları izliyorum, kar taneleri dikiş tutmuyor.
mirfanK’15
Blog

Deniz Kabuğu [Karton Külleri]

Susakadın!

“Dalga gerçekten kumsaldan neleri götürür bilmiyorum. Tolstoy için her zaman cezbedici bir şey olmuştur sahilde yürümek. Bazen onun bu isteğini anlayabiliyorum. Denizyıldızı toplayan bir çocuğun Tolstoy için önemi neyse kumsalda bulduğu her taşı deniz kabuğu zanneden kızın dramı da benim için aynı.”
Deniz rahatlatıyor insanı. Ne kadar rüzgâr alırsa o kadar güçlü olur deniz evet. Rüzgârsız bir denizin durgunluğu dinlendiriyor insanı. Ama bugün deniz dalgalı, güçlü ve asi. Devasa yüklerle nasıl yaşıyor insan gerçekten anlam vermek zor. İnsan beyninde neleri büyütüyor, neleri öldürüyor kim bilir. Kendime bakıyorum beynimde koca bir aşk yapmışım kimsenin haberi olmadan hem de. “Kızım etrafından saklıyorsun kendine itiraf et bari” değil mi? Yok.
Yağmur başlarsa şaşırmam. Ne zaman rahatlamak için bir deniz bulsam kıskanır gökyüzü. Veya da ben böyle kandırıyorum kendimi. Yahu masmavi olsun her yer, hayallerimi yüzdüreyim bu mavilikte. Ben ne kadar düşlersem böyle bir huzur eşiğini mutlaka griye çalıyor hava. Yine öyle bir iklimde buldum denizi ama hayallerimi yüzdürmeden bırakmayacağım.
Hayata çalım atamıyorum, atsam da kaderi geçemiyorum. Bu yüzden bu maç hiç bitmiyor be deniz. Bu maçı kader belirliyor mutlaka ama sürpriz yapmak istiyorum artık. Düşlerimi bir gerçeğin dallarına bağlamak istiyorum. Dalgaların kumsaldan götürdüğü pislikler gibi benim de buna benzer bir arınmaya ihtiyacım var desem gülersin değil mi deniz? Gülme be.
Kabuğu soyulur mu denizin? Dalgaların bırakıp gittiği sen olamaz mısın? Bir günde bu denize senin daha büyük olduğunu söyleyeyim de o da köpürmesin! Mümkün değil. Parmak izlerimi bırakıyorum sahile, bilirsin dalgalarda gelip siliyor. Derler ki dalgalar sahile bırakacaklarını başka yerlerden toplarmış; başka birinin umutları, hayalleriymiş o kırıntılar. Benim kırıntılarımı hangi sahile taşıyor bilmiyorum ama gelen kırıntılar çok içli. 

Bir insanın elinden aşkını alamazsın. O seni sevse de avuçlardan sökülüp alınmaz aşk. Bugün bunu öğrendim. Tüm günahlar bana yazılıyor biliyorum. O uzakta kalsaydı, ben ona uzansaydım. O zaman büyüsü bozulmayacaktı aşkın. İnsan ne yaşarsa yaşasın kafasını ilk mutlu olduğu yere çeviriyormuş. Hayallerimi geri sarınca anladım. Topuklarıma kadar titresen de o başka birisine “aşk” demişse sen ona “beyaz” diyemezsin. Kararınca anladım. En zor vazgeçilen hayaller olsa da onun vazgeçilir bir yaratık olduğunu anlamak en zorudur. Onu öldürdüğümde anladım!
Evet, bugün bir kadını öldürüp sahile bıraktım. Ağzına da saçlarını doldurdum bir “sus payı” olarak. Dalgalar onun saçlarını götürecek, sahteliğini götürecek, bedenini temizleyecek ama gözlerine dokunmayacak.

Ben sahile âşık oldum bugün 

Sevdiğim kadını benden iyi gömdü!

                                  
                                                              …
Güneş doğsa gideceğim biliyorum. Ama doğmuyor güneş. Gökyüzü hep gri. Uğruna can verdiğim adam nerede bilmiyorum. Adam mı artık onu da bilmiyorum. Ama ben burada ölüyorum sanırım. Ağzıma dolan saçlar var, konuşamıyorum.

b e n 

ö l ü y o r u m .

mirfanK’11 ~hupkuru.
Blog

Bayram Sevinci [Karton Külleri]

bayram sevinci



“Beni öldüren bıçağa bulaşan ikinci kandır, varlığın.”

Küçüktüm, adımın ingilizce karşılığını merak ettim. Aslında bu merak birden bire cereyan etmemişti. Sevdiğim bir kız vardı, beni adının ingilizce karşılığı olan birisiyle aldatıyordu. Kıskanmıştım, benim de adımın karşılığı olsun istedim. Adımın karşılığını buldum, bir kağıda yazdım ve cebime koydum. Çıkarıp çıkarıp bakıyordum, çok güzel duruyordu uzaktan bakınca. Ben, adımın karşılığını buldum ama keramet bunda değilmiş, yine aldatıldım, yine üzüldüm. Sonra senin adının karşılığını aradım, hiçbir dilde bulamadım.
İrili ufaklı işler başardım. Yaşça büyük insanlardan oldukça büyük övgüler topladım. Çuvallar dolusu tebrik yazıları taşıdım apartmanın kilerine, aşk üzerine, sevda üzerine bir sürü mürekkep ezberledi gözlerim. Sonra seni aradım, hiçbir tebrikte o samimiyeti bulamadım.
Kilometrelerce uzaklara gittim, ülkeleri birbirine kattım, birçok dilde “merhaba” demeyi öğrendim, insanlarla tanıştım / tartıştım. İdeallerim doğrultusunda düşmanlar kazandım. Hızlı tırmandığım dağlardan hızlı düştüm. Başı beyaz örtüyle bağlı ve sürekli sigara içen Ağrı Dağı gibi yalnızdım. Öldüğümü sandığım bir sabah, “neredesin?” feryadıyla birçok insanı aradım. Seni ortaya çıkaracak o soruyu bulamadım.
Sonra bir gün öldüm, mezarıma indin, hiçbir tabloda bulunmayan renkteki gözlerin nemlenmişti, beni iki elinle tuttun, yerime yerleştirdin. İçime ağladığım gecelerdeki gibi sağıma çevirdin. Kıyafetlerinin tozuna aldırmadın ilk kez, elinle saçını düzelttin, derin bir nefes aldın ve üzerimi örttün. Eskiden ısınmam için yaptığın her şeyi gözlerinle kara toprağa emrettin, kefenime ihanet etmedin, bildiğin tüm duaları dudaklarından okudum. Senden başka tanıdık bir sima bulamadım.

Beni öldüren bıçağa baktın, 

Gözlerini yumdun, 

Mezarımın başına gelecek katilimi bekledin, 
Dostlukla eğitilmiş 
Bir “şahin” gibi.

mirfanK’11
Blog

geç

(…) en az sizin kadar huzurlu olup uyumak isterdim bayım, sizinle aynı yaştayız fakat sizden iki kat daha fazla kırptım gözlerimi bayım. kirpiklerim oldukça güçlü. en az yaşınız kadar yaş taşıdım.hiç hastalanmadığınız kadar hastalandım bayım. ve sizden çok güvendim insanlığa. bu yüzden ömrüm boyunca hasta kalacağım. asla unutmayın bayım, size en kötü dileğim budur. unutmayın.
mirfanK’14
Blog

Kırık Kanat

kırık kanat
“Dertliyim, 

İçinden.”

Ö. Cihangir.
x ~ o ~ x
Dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyorum ama rüzgara karşı kanat çırpan kuşlar aptal görünür biliyorum. O misal, kanatlarım güçleniyor, sığ bir gökyüzüne uçuyorum. Bazen elimi sürdüğüm her şey “uğursuzluğumu” yüzüme çarpıyor gibi. Elektroniklerim bozuluyor, sehpanın ayağı canımı yakıyor, halının ucu beni görünce kıvrılıyor, çaydanlığın sapı ben gelince gevşiyor, dostlarım ise unutuyor beni tek tek.
Masmavi bir bulut şimdi gökyüzü. Anlamsız griliklerin içerisinde rüzgarın hızına aldırmadan ilerliyor. Dikkatli bakınca da dünyanın döndüğünü, hayatın devam ettiğini bildiriyor gibi. Dikkatli bakınca öyle. Ama bir süre sonra dikkatim de terk ediyor beni. Kırmızı ışıkta üzerime yürüyen arabalardan anlıyorum.
Parmağımda bağlılığı ve sonsuz sadakati simgeleyen bir alyans var. İnsanlara güvenmeyi öğretiyor bazen bu demir parçası. Bir zamanlar yaşadığım mutluluklar geliyor gözümün önüne; hayat kısa videolardan oluşuyor gibi, sanki moralim bozulduğunda seyretmek için anlık sevinçlerimi kayıt altına almışım gibi. O kadar kısa sürüyor ki, o ekşimsi tadı damağıma yapışıyor. Şimdi “neden” parmağımda bu yüzük diyorum, cevap –yok-.
İşten çıkarmak zorunda olduğum Sevil ablayı hatırlıyorum. Nereden düştü aklıma bilmiyorum, şu önümdeki çay bardağı anımsattı galiba. Onun sevinçlerine ve kederlerine ortak olmayı da özledim ben. Onun yaptığı işi iki tane sebilin yapacağına kanaat getiren idareciler ciğerini yakmıştı. Çıkış belgesini de ben imzalamıştım. İşte o günden sonra hiç lezzetli çay içmedim. Sevil abla evine para götüremiyor, Sevil abla kızına mavi yelekler alamıyor, Sevil abla sevilmiyor artık değil mi?
Çiçeklerini çok severdin, bazen çok kıskanırdım onları. Benden çok sevdiğini düşünürdüm, yıllık izninde annenlerin yanına giderken annemden rica etmiştin çiçeklerine bakmasını. Annem hastayken ben gidip bakardım, tek yaprağına bile dokunamazdım. Ne de olsa benden çok seviyordun. Şimdi oturduğum ağacın etrafında senin sevdiğin kış manolyaları var, ben hala dokunmaya kıyamıyorum.
Sana doğum günü hediyesi olarak aldığım beyaz golden artık griye çalıyor. Işıkların söndüğü gün onu bir durağa bırakmıştım. Bir aydır sabah akşam o durakta duruyor, bazıları yemeğini suyunu getiriyor her gün. Beni bekliyor biliyor musun? Eğilip onu sevenlerin dudaklarından okuyorum ettikleri küfürleri. Haklılar, bir köpek bile öyle terk edilip gidilmez. Haklılar.
Bazen isyan ediyorum. Keşke o yüzüğü sağ eline değil de hindular gibi sağ ayağının ikinci parmağına taksaydın da gitmeseydin. İçimi ezmeseydi sessizliğin, gözlerimin yerini unutmasaydım sensizlikte.
Gülüyor musun çaresizliğimi düşünüp? Yoksa eskisi gibi eğlenceli gelmiyor mu beni aciz görmek? İnan en çok yüzemeyen hayallerime acıdım. İlk onlar boğulup öldüler, bir umut yaşıyor içimde hala. Gururumu yediğim gece kurduğum hayaller yanık kokuyor.
Annemin benim yediğim yemeğin aynını yapıp sana gönderdiği günler oynuyor şimdi karşımda. O Erzurum soğuğunda elime yapışan tencereye inat karla, buzla savaşarak kapına koştuğum günler izleyicisiyle buluşuyor. Çok alkış topladı fedakarlıklarım, aslında bende alkışlayacağım ama ellerimi bulamıyorum, ellerim tuzla buz olmuş.
x ~ o ~ x

Bir ağacın altında hayatımı hayallerimden ayıklarken telefonum çaldı. Arayan annemdi:
-Aşk olsun oğlum neden söylemedin, çok sevindim. 
-Neye anne? 
-E barışmışsınız kuzum. 
-O nerden çıktı be anne? 
-Sabah izinli olduğunu biliyordum, Pınar’a uğradım, uyuyodur diye zili çalmadım, bendeki anahtarla girdim içeri ayakkabılıkta senin ayakkabılarını görünce hiç ses etmedim çıktım, çok sevindim, kavga etmeyin oğlumcum ne gerek var? 
-Haklısın annem.

“Haklısın anne” dedim ama 

“o ayakkabılar benim değildi” diyemedim. 

Üzerine titrediğin Pınar 

Başka bir Deniz’e akıyor

                                               diyemedim. 
Adı Deniz imiş anne! 
Onu da sonradan öğrendim.
mirfanK’
Blog

1. Ölüm: Helva Yeme Zamanı

2012 güzü, sağanak yağışlı bi’ istanbul akşamındayız, karton külleri çıkalı 5 ay tükeneli 1 hafta olmuş. duygu’nun balkonunda oturuyoruz, adalar yorgunuyuz, ben hastayım biraz. kucağımda siyah bir çanta var. omuzdan asmalı. ay gizliyor yüzünü geceden, yağmur dinmiş. açtım çantayı bi’ tomar mektup. kenarlarını yırtıp okudum hepsini yüksek sesle. sayfaların kenarlarına düştüğüm küçük notları yutkundum. bu ne demedi kimse. üçüncü kitabım gün yüzüne çıkalı iki sene oluyor. sonra murathan’a gittim. ilk kez. hasretle kucaklaştık. hayallerimiz de ilk kez orada kucaklaştı. kitabımı anlattım mektupların öyküleri henüz doğmamıştı. helva yedin mi? diye sordu. helva yeme zamanı doğdu. biraz daha öleyim dedim. iyi ölmüş olacağım ki Bütün Ölüleri doğdu!
mirfanK’14
Blog

Bütün Ölüleri – Tanıtım

İrfan Kurudirek, Bütün Ölüleri
Öykü, Deva Yayıncılık, Kasım 2014

Kapak: Murathan Özbek

Tanıtım Bülteni: Ölü ve soğuk olan bir beden değildi, yalnızca bir histi. Olanla olmayanı ayırt etmek için yok saydığımız her şeyle yüzleşme gerek. Mutluluk bu yüzleşmeye gizlenir bazen. Hepimiz onlarca ölü biriktirdik toprağın üzerinde. Ve şarkılar söyledik onları içimizde bir yere gömerken. Gömdük. Anılara, eşyalara ve şarkılara rağmen devam ettik aynı ritmde nefes almaya. Biz nefes aldıkça yaşadı ölüler.
Sizin de nefesinizle beslenen ölüleriniz var mı?
mirfanK’14

Blog

Zıplayan Kaplumbağa

zıplayan kaplumbağa

Kara mı leke / Kırmızıya mı örtü / Ben bilemedim.


İki kere ikinin beş ettiği yeri yanlış yerde arıyorlar. Matematikten mucize beklenir mi hiç? Oysa kafalarını çevirip aşka bir baksalar neler beş ediyor onlar bile şaşırırlar.

Parmağımı boğazıma bastırıp kusuyorum durduk yere. Boşuna yapmıyorum bunu içimden atmam gereken şeyler var biliyorum ve bunları atmak için her yolu deniyorum. Gözyaşına binmezlermiş, biraz şımarık büyüttüm onları. E şarkılara da sarılıp gitmiyorlar. Başka kokular, başka tenler diyorum üzerime gülüyorlar yahu! Ne yapayım diye düşünmekten uyku uyuyamaz oldum. Ah bir görsem şunları giderken; soğuk bir bardak su içeceğim. Şerefe!

Birileri bir yerde sesimi duyarsa eğer bil ki kendimi çağırıyorumdur. Yapayalnız kaldım son zamanlarda yine kendimle dertleşiyorum. Anlayacağın yine aynalar, yine sahte gülüşler, yine keder.
Yatağa tek parça olarak girdiğim geceler parmakla sayılır ama beş eder mi bilmem. Kalabalığa karıştığım sabahlarda elinde buğulanmış poşetlerle yürüyen memurlar görüyorum. Bir de akşamdan kalma öğrencileri görüyorum. Onlar tebessüm ettiriyorlar saolsunlar. Ama o soğukta elleri şekil değişmiş çocuklar seni hatırlatıyor, içimi sızlatıyor, düşlerimi karartıyorlar. Sana yapamadığımı yapıyorum, başlarını okşayıp geçiyorum.

Tamam tamam biliyorum. Ben seni ilk düşlediğim yerde gördüğüm kaplumbağayı zıplatmaya çalışıyorum. Üstelik yardım beklediğim bir şey veya bir kimse de yok. Hayır, boşuna değil. Değil!

Parmağımı şıklattığımda kaplumbağa zıplamıyor ama sen aklıma geliyorsun. Biliyorum senin aklına hiçbir şey gelmiyor ve yine biliyorum ki o “hiçbir şey” benim.

Ben gidiyorum
Midem bulanıyor.



Fotoğraf: Murathan Özbek

mirfanK’
Blog

Derin İçim

yalnızca bir kere sesleniyorum
-tüm uyuyanlara,
sadece
annem açıyor gözlerini.

mirfanK’14
Blog

Sorgu

güneşi duru bir öpücükle uğurladım, sen göründün biraz, biraz gözlerin göründü, gider gibi oldun sonra.
-konuşturdum geceyi, yerini bilmiyor.-

birkaç ağustos geçti görünüşünün ardından. yalan yok, birkaç beden daha dolaştım avunmak için ve bir gece ansızın:
-yokluğunu buldum, seni tanımıyor.-

gülüş. gülüşün geldi yine bi’ ara. epey gün saydım biliyor musun? gözlerindeki ışığa dokunabilmek başka bir dünyanın cenneti olmalı.
-hasretine gösterdim seni, bir türlü çıkaramıyor.-

okullar başladı. yalnızca birkaç defterim oldu benim. yazdıklarımı silip yerine yenisini yazmayı ilkokulda öğrendim. mevsimleri de. ama saçlarını öğrendiğimde unuttum tüm okuduklarımı.
-mevsimlerin dersine girdim, sonbahar saçlarını işliyor.-

ağladığını öğrendim. aynı gün yağmur da yağdı. dile kolay, göze zor. mutluluktan bile olsa ağlamamalısın, bunu sana söylemeliydim.
-yağmurun fikir babası, gözlerin.-

gözlerini daha uzun gördüğüm bir gece konuşmak istedim. sen uykuya yenik düştün ama ben özenle seçtiğim kelimelerim ile sorguya devam ettim:
-gözlerin masum, deliller yetersiz.-

bacaklarının arasında kavuşmuştu ellerin. acaba ellerimiz aynı boyda mıydı? çok yüksek bir rakımda uyudun o akşam. ben aynı yerden sormaya devam ettim:
-ellerin sorgulanmıyor, deliller yetersiz.-

uzun uzadıya sevdim seni. saçların uzadı, kısaldı, sevdim. her halini başka bir halimle sevdim. biraz kalabalıklaştık.
-bizi çeteden yargılasınlar, sevdikçe çoğalıyoruz.-

kısık ateşte idim ama hep ateşte idim. güzel piştim. beni sevdiğini söylediğin gece de uyumadım. daha yakındı sanki yıldızlar. o kadar güzeldin ki:
-aşkın itiraf etti, seni benden almış.-

mutlu-
-son.

fotoğraf: Murathan Özbek (in-)

mirfanK’14
Blog

Ne Yağdı Mübarek

sen müziğe oynadığını sanıyorsun yılanın,
o flütten kendini koruyor. -böyle bi’ şey işte aşk.-
müziğe kapıldıkça koruyorsun kendini-

sokak lambalarından izleyince son kar yağışını, ağladı perdem.
yürüdüm sessizliğin karanlığına,
sen yine de bu sessizliği seninle soludum say.

müzik yok ama, tüm bu sokaklarda ayak izin var

bak.

mirfanK’14

Blog

Şafak?

kaç gün kaldı?
– bugünü saymazsak 5
bugünü saymayalım.

mirfanK’13
Blog

Bi’ Kısa Sigara

işte şimdi, düşünüyorsun,
ne zaman bitti bu sigara?
hangi zaman kısa, hangi olay hafızanda?

***

dalıp gittiğin yer mi uzak, zihninde canlanan tebessümler mi eski, bilemedim.
gülüşün genç kalmış. neyle besliyorsun? bakıcısı kim?
şimdi sorular:

bi’ cümle kurdun geçen, her şeyi geçtim de (…)
her şeyi geçtin mi?

nerede olursa olsun (…) demiştin,
neredesin?

hayatının bi’ ucundan (…) diye başlayan mektubunu yaktım en son,
çivili ucundan mı tuttun?

umarım kader güzelliğimizi (…) diye suçu / yükü üstünden atan bir sonuç cümlen var,
umduğun kader mi?

sorulara ara veriyorum.

dudaklarını korumak için sürdüğün şey bende kalmış. kapağını açıp kokladım.
Allah korusun.

mirfanK’13
Blog

Terzi

yabancılaşıyor ya güz;
yine ince kırılıp
sık dokunuyorum.

not düşülsün isterim,
bugün de kimse
yalandan ölmedi.

mirfanK’13