“… Küçükken süt dişini çektirmeye giderken bindiği taksiyi, her taksi görüşünde anımsar insan.”
Öyle bir çocuktu bugün yanımda oturan. Apse yapmış dişi, boynu bükük şanssız Ferhat’ın. Dedesiyle gelmiş dişine baktırmaya, garip Orhan dede de hasta. Ama mağrur! “Çalıştım!” diyor, “sakat raporum var ama çalıştım senin adın neydi?” İrfan dede, İrfan diyorum. “Rıdvan beni sakat raporum olduğu halde çalıştığım için mahkemeye vermezler değil mi, sakat raporumu geri almazlar değil mi?” diye soruyor. Ben onun için en bilmiş, en doğru ve en örnek insandım o an. Almazlar dede dedim ama sen sakatsın demeye varmadı dilim. “Bak Ferhat rıdvan dayın futbolcu sende öyle ol” dedi Orhan dede gören tek gözü, nasır tutmuş elleri, mekaplarının koruyamadığı ıslak ayaklarıyla. Ona göre ben rıdvandım ve bu dünyanın sadece çöpü kalmıştı.Eşofmanlı olmam, sırtımda çantamın olması ve uzun boyum ona görd futbolculuktu. Bana sormadı Orhan dede, o tecrübesiyle bildiğini sandı. Orhan dede çırpınacak biraz daha, Ferhat o şartlarda okuyacak. Olmayan şanslarının közüne üfleyecekler.
Bunlar olmayan şansı yoruyorlar.
Kimi de şanslı doğar elbet. Karanlıktan dahi korkmazlar çoğu zaman, gözleri kapandığında aydınlıktır dünya. Bu türün örneğine sallasam değiyor niyeyse. Ve gariptir ki argo kullanasım var fazlasıyla! Dünyanın göbek deliğine en aciz sineğı sıçırtasım var. Ama yapmayayım yine de.
En tuhaf bulduğum ise yakaladığı şansı sürdürenler oldu hep. Ne bulsa yetinemez ya insan, onları yetinir gördükçe delirenlere “biri” oldum işte.Pamuk kalplerdi onlar. Aşk meşk yazmayınca daha bir -ukala- oluyorum galiba. Ve yaşanmışlıkları sıcağı sıcağına kaleme alınca kendime dahi acımasız oluyorum.
Felsefe yapma noktasında zayıf hissediyorum kendimi. Ama bugün yağmurun ıslattığı sadece “biz” değildik!
Ve ben Ferhat’ın gözlerinde -bir gün büyümesi için annesinin altınlarını bozdurmak zorunda kalırsa; Dünya’yı bozduracağım Anama- haykırışını ve kararlılığını gördüm, o ela gözlerde gözlerimi gördüm…
~Ankara 190, 105~