Mabel Matiz – Yaşım Çocuk
- Krallar
- Yaşım Çocuk
- Alaimisema
- Zor Değil – Klibi Yayında! [by-Gürcan Keltek]
- Kerem Gibi
- Aşk Yok Olmaktır
- Ah Bu Sefer
- Tamburu Yokuştan
- Yıllar Saçlarına
- Ölü Pantolon
- Aldanıyor
- Sefil Çıplak Korkusuz
Harem Kahpesi
“kanatlarına takılmış düşlerin
yeminlerin sulak çayır
melekliğin görünmüyor.”
-çocuklar
masum sansın
seni.
-sen öyle şeref besle ki
büyüyünce tanısın
seni.
Tanrı’nın canı varsa eğer
gözünden yaksın
seni.
bozuk sütün peyniri
kokarmış;
kokun çıktı senin / vakit yatsı
söndü mumların.
tanıdığım en büyük kahpe sen değilsin
kahpeler in-
sansın
aşklar yavşak görsün seni.
nasılsa aynalar ve ben
biliyoruz gerçeği.
. . .
ölüm sana yakıştı
içime bak.
Murathan Özbek – İn
- Büyük Albüm – Taşıyamadığım [o soru: ilk düşen kimdi geçmişten?]
- Beraber – Yaşayamadığım [o soru: sahi, çocukluğun bıraksa gider misin?]
- Boşa Kürek – Sona Eremediğim [o soru: zaman dolduğunda yerimiz hazır mı -orada?-]
- Dürtü – Söz Geçiremediğim [o soru: gömdün diyelim, ya ölmezse? süpürgene bindin diyelim, ya gitmezse?]
- Dünya – Arınamadığım [o soru: senin yıkandıkların o’nu ıslatır mı? şemsiye gerçekte kimde kaldı?]
- Koza – Çıkmak İstemediğim [o soru: büyüdüğünde sıyrılamadığın şey sadece kabuğun mu? melekliğin o kadar beyaz mı hâlâ?]
- Ben mi? Anlayamadığım [o soru: şimdi güzel güzel gömsünler mi seni?]
- Bile Bile – Aldırmadığım [o soru: o’na giderken başkasını öldürüyorsun, hızlı mı gitmelisin?]
- Doğru Adam – Buluşamadığım [o soru: sen birine huzurla uyandığında başkaları hayatından -uykuyu- çıkarıyor mu?]
- Duvar Ustası – Yıkamadığım [o soru: Atay diyor ki: “iyi şeyler birdenbire olur bu kadar bekletmez insanı.” duvarlar kötü mü ki yavaşça örüyor dünyayı?]
- Oyun – Dönemediğim [o soru: kadım bazen unutuyor büyüdüğünü arada saçlarından çekmeli miyim?]
- Başkası – Ele Veremediğim [o soru: kimsin sen düşümde dolaşan?]
Yasımda Aşk Başkadır!
Ne yazık ki;
Bağlıyorum hayallerimi martıların kanatlarına
Ve
Göçüyorlar yüreğimden sıcak yerlere / Başka hayatlar peşine.
…
“Gerçekten” yanlış anladın beni.
Ben gerçekleri beğenmeyip kurmadım o hayalleri. Hayal ya, belki hayat olur diye çırpındım sadece. Ve dediğin gibi çırpındığımla kaldım, dememiş miydin yoksa?
D ü ş
Dediysem de abartma o kadar. Yani doğanın bir kanunu var, gözümden ötesi yok.
…
Belki de `plan` çatısı altında gerçekleştirilmeliydi her şey. Evet, o ciddiyette ve o samimiyetsizlikte yapılmalıydı hayaller. Ama beceremedik ve suçlayacak kimseyi de bulamadık bundandır ki susuyoruz bize hesap soran hayallerimiz karşısında. Düşsel bir avuntunun peşinden gidiyoruz her bulduğumuz fırsatta ve bu avuntularımızı gerçeğe yoğurmaya çalışıyoruz. Yani sürekli bir çaba söz konusu.
Yabancısın bu kelimelere!
Yerin dibindeyken gerçekleştirdiğimiz hayal kuruntuları başarılı oluyor gerçekten. Kuruntu dediysem de abartma o kadar. Kur! Bunu emir olarak başar bir kere, ölmezsin / eline diline yapışmaz.
…
Gerçeği giyindiğinde yakasını bırakma şunun.
O gece yatarken
S o y u n u y o r !
…
İşte yüreğinden beynine kurduğun köprüde yürüttüğün hayallerin şimdi bir martının kanadında sallana sallana daha sıcak yüreklere göç ediyor. Saçlarından esen rüzgar martıları cesaretlendiriyor ve onlar kalabalıkken senden daha kabadayı olabiliyorlar.
Gökyüzünden bir şeyler devşirmenin peşinde olma.
H a y a l l e r u ç u y o r s e n n e y i n p e ş i n d e s i n !
…
Bir sessizlikte isyankar olmuş bir aşığı dinledik. Hayallerini geri sararken kan revan içinde olan elleriyle çocuklara güneşi gösteren bir aşık. “Hayal” demiş, ama ömrünü bir “l” harfini “t” harfine çevirmeye adamış. Ve daha gereksiz birsürü bilgi.
Umursamazlıkta son noktayı geçince buldum onu, öyle ötelemişlerdi.
…
O kadar çok ağladım ki yüreğime
Yaslanmış her yerim sevgilim / Dolaşma fazla
Thanatos* olursun!
*Yunan mitolojisinde ölümü temsil eden Tanrı.
Tuhaf Alışkanlıklar’ımız Çıktı!
Uzun Hikâye
Uzun Hikaye 2012 |
Önsöz: Film hakkında detaylı bilgi içerir.
“Mutluluklar hep trenle başlar”
Film Mustafa Kutlu’nun “Uzun Hikâye” adlı kitabından uyarlama, senaristliğini ise Yiğit Güralp üstlenmiş. Kitabı okumadım fakat film araştırdığım kadarıyla “kitabı daha iyi” yorumundan uzak kalmış, bu bence Osman Sınav’ın başarısını gösterir. Şu yaşadığımız kalabalık, kirli ve samimiyetten uzak günümüz dünyasından 2 saatliğine de olsa kaçmayı başardık. Yazı yazmayla haşir neşir olduğum için dikkatimi ilk çeken Remington daktilo oldu. Muhtemelen 1946 öncesi üretilen, el yapımı bu daktiloya Ali’nin ilgisi bana lise yıllarımda sürekli okul yolunda rastladığım kitap büfesinde şapkalı amcayı hatırlattı. Tuğçe Kazaz’ı en son Kampüsistan dizisinde izlemiştim, filmdeki performansını beğendim. Hikâye’ye bütün olarak baktığımda Tuğçe Kazaz en doğru seçimlerden birisi olmuş.
Filmin müzikleri Ulaş Özdemir‘e ait. Filmin arından akılda kalan nadir şeylerden birisi müzikler. O yüzden film müziklerini edinmekte fayda var.
Sapanca benim için çok özel bir yere sahip. Daha önce The Bucket List filmini izleyenler bilir, Sapanca’ya gitmek genelde ölmeden önce yapılması gereken işler listesinde ilk sıralarda yer alır. Doğançay Tren İstasyonu’da Sapanca’da yer alıyor.
Yeşillikler içerisindeki bu istasyon birçok görsel projeye ev sahipliği yapmış. Fransız bir ressam ülkemizi dolaşırken bu istasyona vurulup bir süre Doğançay’da yaşamış hatta. Böylesi güzelliğe sahip bir yer filmde daha güzel aktarılmış, Doğançay durağında epey kaldım. Bulgaryalı Ali’nin oğluna annesini kaçırışını anlatırken bu sahneyi destekleyen ses düzenlemeleri çok başarılıydı. Ancak iki sahnenin birleşiminden ortaya çıkacak anlatımı tek bir sahnede yakalayabildim. Melodika usta işi çıkarmış.
İnsanlara yardım, samimiyet, “tanımadığın insana güvenmek” kısacası özlediğim tüm duyguları bir merhaba’da buldum.
Gözyaşlarımı tutamadığım ilk sahne “bayram” sahnesiydi. Yokluk ve yoksulluk vurgusu bu kadar mı güzel anlatılırdı? Gelecek için yapılan fedakarlıklar, sevdiğinin dudaklarından dökülen her sözü yerine getirmek için hazır bekleyen bir adam, “her şey eskiyebilir, sen eskime”* diyecek kadar sevdiğine sahip çıkan bir kadın, onların bu yüce aşklarının gölgesinde büyüyen bir çocuk. Yıllarca aynı ayakkabıyı giyen ve yırtıldığı için kendi imkanlarıyla tamir etmeye çalışan kadının fedakarlığı günümüze kadar gelemedi değil mi? Hangi tren istasyonunda kaldı? [*replik senarist Yiğit Güralp’e aittir.]
Bayram kavramının “her gün” olmadığını görüp eskiye döndüm tekrar. -Yeni şeylerin- bayramdan bayrama yapıldığı zamanları hatırlarım ben de hayal meyal. Cebinde parası olmadığı halde sadece sevdiği kadın mutlu olsun diye hiç tanımadığı bir esnaftan veresiye manto ve ayakkabı alan adamla, doğmamış çocuğunun geleceği için ağlayarak sarıldığı mantosundan ve ayakkabılarından vazgeçen kadınların olduğu yıllar ne çabuk tükendiler? O insanların yaşadığı hayal kırıklığını “yeninin hevesi kursağında kalan” insanlar anlar.
En önemlisi tükenen yıllarda kaldı “hak ve eşitliği savunmak için” doğmamış çocuklarından vazgeçen insanlar.
Filmin başlarında “saka kuşu” ve “küpe çiçeği” istedi kadın. Saka Kuşu Orhan Veli’den mirastır bana. [güzel kız; sen küçüklüğümde / bahçemizdeki erik ağacının / en yüksek dalına kurduğum / öksenin üstünde dolaşan / saka kuşu kadar / sevimli değilsin.] Şiiri seviyorsanız eğer Küpe Çiçeği’ni (Fuşya) Lale Müldür bırakır avucunuza: seni bekletmektense / oraya taze bir yaprak / koyarım daha iyi. Zihnimde bu kadar şey dolaşırken birisi tuz ekti gözlerime.
Fırtına
dualarınızla
başlayan
fırtına
sizi
paramparça
ederken
kadının
sadece
saçlarını
uçuşturur…”
Murathan Özbek – İn
[…] bir tüneldeyim; yıllardır mahkûmu olduğum “görünen ben” hapishanesinden kaçıyorum bir süreliğine daha. başka tıkırtılar da duyuyorum. tüneli ben kazmadım; kazılmıştı çoktan. ben sadece indim.
Açılış: 2 Kasım 2012 Cuma @ The Hall Beyoğlu – 20:30
Sergi: 3 Kasım 2012 – 2 Ocak 2013 @ Gama Gallery Beyoğlu
Çiçek
çiçek |
Tanımsız
Bütün
Fotoğraf: Murathan Özbek
Cerrah Şarkılar – XXI
bugün hayallerimi gördüm seninle yürüdüğümüz o son sokakta.
mevsimin farkına varmış hepsi, üşümüşler, ısınmak için birbirlerine girmişler. aralarından seni daha iyi telaffuz edeni seçip sarıldım.
diğerleri hâlâ üşüyorlar,
haberin olsun.
Cerrah Şarkılar – XIX
yaklaşık birkaç asırdır -abartmayı severim, bilirsin- elimi uzatıp tokalaştığım herkese “öpme, hastayım.” diyorum. zihnimde canlanan bi’ sahne var çünkü; arabadan inip arkama bakmadan yürüyorum, çünkü arkama bakarsam ağlayacağım biliyorum, sonra bi’ kapı kapanma sesi daha geliyor, sonra koşma sesi, sonra boynuma atlıyorsun sarılıp ağlıyoruz; ne yazık ki sonra öpüyorsun beni ve hiç konuşmadan ayrılıyoruz. aradan yaklaşık birkaç asır geçti -abartmayı sevdiğimi söylemiş miydim?- sen öpmedin ama biz konuşmadan ayrıldık seninle. yanağımda bi’ yerdesin hâlâ ama hastalıksın, seni kimseye bulaştıramam.
Cerrah Şarkılar – XVIII
kimsesizliğine emanet edilmiş evlerin yanından hızlı geçtik. sonuçta bizler kimsesizliğin kemiğine bıçak dayayan hisler idik. ruhumuzun “huzur” ile ilgili tüm vanalarını açık bıraktık; aşıklar çay bahçesinde biraz limonata hikâyesi dinledik. “ada’dan beslen” dedi birisi.
tepeden büyükada rum yetimhanesi’ni gördüm ben; içimden birkaç kimsesizin kemiklerinden bıçaklarını çektim, alışkanlık işte.
hem sonra düşündüm de; iyi ki seninle gelmemişim ada’ya.