Blog

Kırık Kanat

kırık kanat
“Dertliyim, 

İçinden.”

Ö. Cihangir.
x ~ o ~ x
Dışarıdan nasıl göründüğümü bilmiyorum ama rüzgara karşı kanat çırpan kuşlar aptal görünür biliyorum. O misal, kanatlarım güçleniyor, sığ bir gökyüzüne uçuyorum. Bazen elimi sürdüğüm her şey “uğursuzluğumu” yüzüme çarpıyor gibi. Elektroniklerim bozuluyor, sehpanın ayağı canımı yakıyor, halının ucu beni görünce kıvrılıyor, çaydanlığın sapı ben gelince gevşiyor, dostlarım ise unutuyor beni tek tek.
Masmavi bir bulut şimdi gökyüzü. Anlamsız griliklerin içerisinde rüzgarın hızına aldırmadan ilerliyor. Dikkatli bakınca da dünyanın döndüğünü, hayatın devam ettiğini bildiriyor gibi. Dikkatli bakınca öyle. Ama bir süre sonra dikkatim de terk ediyor beni. Kırmızı ışıkta üzerime yürüyen arabalardan anlıyorum.
Parmağımda bağlılığı ve sonsuz sadakati simgeleyen bir alyans var. İnsanlara güvenmeyi öğretiyor bazen bu demir parçası. Bir zamanlar yaşadığım mutluluklar geliyor gözümün önüne; hayat kısa videolardan oluşuyor gibi, sanki moralim bozulduğunda seyretmek için anlık sevinçlerimi kayıt altına almışım gibi. O kadar kısa sürüyor ki, o ekşimsi tadı damağıma yapışıyor. Şimdi “neden” parmağımda bu yüzük diyorum, cevap –yok-.
İşten çıkarmak zorunda olduğum Sevil ablayı hatırlıyorum. Nereden düştü aklıma bilmiyorum, şu önümdeki çay bardağı anımsattı galiba. Onun sevinçlerine ve kederlerine ortak olmayı da özledim ben. Onun yaptığı işi iki tane sebilin yapacağına kanaat getiren idareciler ciğerini yakmıştı. Çıkış belgesini de ben imzalamıştım. İşte o günden sonra hiç lezzetli çay içmedim. Sevil abla evine para götüremiyor, Sevil abla kızına mavi yelekler alamıyor, Sevil abla sevilmiyor artık değil mi?
Çiçeklerini çok severdin, bazen çok kıskanırdım onları. Benden çok sevdiğini düşünürdüm, yıllık izninde annenlerin yanına giderken annemden rica etmiştin çiçeklerine bakmasını. Annem hastayken ben gidip bakardım, tek yaprağına bile dokunamazdım. Ne de olsa benden çok seviyordun. Şimdi oturduğum ağacın etrafında senin sevdiğin kış manolyaları var, ben hala dokunmaya kıyamıyorum.
Sana doğum günü hediyesi olarak aldığım beyaz golden artık griye çalıyor. Işıkların söndüğü gün onu bir durağa bırakmıştım. Bir aydır sabah akşam o durakta duruyor, bazıları yemeğini suyunu getiriyor her gün. Beni bekliyor biliyor musun? Eğilip onu sevenlerin dudaklarından okuyorum ettikleri küfürleri. Haklılar, bir köpek bile öyle terk edilip gidilmez. Haklılar.
Bazen isyan ediyorum. Keşke o yüzüğü sağ eline değil de hindular gibi sağ ayağının ikinci parmağına taksaydın da gitmeseydin. İçimi ezmeseydi sessizliğin, gözlerimin yerini unutmasaydım sensizlikte.
Gülüyor musun çaresizliğimi düşünüp? Yoksa eskisi gibi eğlenceli gelmiyor mu beni aciz görmek? İnan en çok yüzemeyen hayallerime acıdım. İlk onlar boğulup öldüler, bir umut yaşıyor içimde hala. Gururumu yediğim gece kurduğum hayaller yanık kokuyor.
Annemin benim yediğim yemeğin aynını yapıp sana gönderdiği günler oynuyor şimdi karşımda. O Erzurum soğuğunda elime yapışan tencereye inat karla, buzla savaşarak kapına koştuğum günler izleyicisiyle buluşuyor. Çok alkış topladı fedakarlıklarım, aslında bende alkışlayacağım ama ellerimi bulamıyorum, ellerim tuzla buz olmuş.
x ~ o ~ x

Bir ağacın altında hayatımı hayallerimden ayıklarken telefonum çaldı. Arayan annemdi:
-Aşk olsun oğlum neden söylemedin, çok sevindim. 
-Neye anne? 
-E barışmışsınız kuzum. 
-O nerden çıktı be anne? 
-Sabah izinli olduğunu biliyordum, Pınar’a uğradım, uyuyodur diye zili çalmadım, bendeki anahtarla girdim içeri ayakkabılıkta senin ayakkabılarını görünce hiç ses etmedim çıktım, çok sevindim, kavga etmeyin oğlumcum ne gerek var? 
-Haklısın annem.

“Haklısın anne” dedim ama 

“o ayakkabılar benim değildi” diyemedim. 

Üzerine titrediğin Pınar 

Başka bir Deniz’e akıyor

                                               diyemedim. 
Adı Deniz imiş anne! 
Onu da sonradan öğrendim.
mirfanK’
Blog

1. Ölüm: Helva Yeme Zamanı

2012 güzü, sağanak yağışlı bi’ istanbul akşamındayız, karton külleri çıkalı 5 ay tükeneli 1 hafta olmuş. duygu’nun balkonunda oturuyoruz, adalar yorgunuyuz, ben hastayım biraz. kucağımda siyah bir çanta var. omuzdan asmalı. ay gizliyor yüzünü geceden, yağmur dinmiş. açtım çantayı bi’ tomar mektup. kenarlarını yırtıp okudum hepsini yüksek sesle. sayfaların kenarlarına düştüğüm küçük notları yutkundum. bu ne demedi kimse. üçüncü kitabım gün yüzüne çıkalı iki sene oluyor. sonra murathan’a gittim. ilk kez. hasretle kucaklaştık. hayallerimiz de ilk kez orada kucaklaştı. kitabımı anlattım mektupların öyküleri henüz doğmamıştı. helva yedin mi? diye sordu. helva yeme zamanı doğdu. biraz daha öleyim dedim. iyi ölmüş olacağım ki Bütün Ölüleri doğdu!
mirfanK’14
Blog

Bütün Ölüleri – Tanıtım

İrfan Kurudirek, Bütün Ölüleri
Öykü, Deva Yayıncılık, Kasım 2014

Kapak: Murathan Özbek

Tanıtım Bülteni: Ölü ve soğuk olan bir beden değildi, yalnızca bir histi. Olanla olmayanı ayırt etmek için yok saydığımız her şeyle yüzleşme gerek. Mutluluk bu yüzleşmeye gizlenir bazen. Hepimiz onlarca ölü biriktirdik toprağın üzerinde. Ve şarkılar söyledik onları içimizde bir yere gömerken. Gömdük. Anılara, eşyalara ve şarkılara rağmen devam ettik aynı ritmde nefes almaya. Biz nefes aldıkça yaşadı ölüler.
Sizin de nefesinizle beslenen ölüleriniz var mı?
mirfanK’14

Söyleşi

Son Ümit Dergisi, 6

1.-Hakkınızda bilgiye ulaşmak oldukça güç, okurlarımız için İrfan Kurudirek’i sizden dinleyebilir miyiz? Sizce kimdir İrfan Kurudirek?

-1987 Erzurum doğumluyum. Sporcu bir ailede büyüyüp geleneği bozmadım, Beden Eğitimi mezunuyum, aynı alanda yüksek lisansımı bitirdim ve buz hokeyi antrenörüyüm. Bu yıl Buz Hokeyi Kadınlar A Milli Takımında yardımcı antrenörlük yaptım. Dünaydın Sevgilim (2011) ve Karton Külleri (2012) yayımlanan kitaplarım. İkisi de birer baskı yaptı ve baskıları tükendi. Bunlar dışında çeşitli dergi ve gazetelerde şiirlerim yayımlandı. Yitik Ülke yayınlarından çıkan “Mutsuz Aşk Vardır” ve “Tuhaf Alışkanlıklar” adlı kitaplarda da birer yazım yayımlandı. Fırsat buldukça bu ve benzeri işlerle uğraşıyorum.
2.-Şiire yönelmenizi sağlayan olay ya da kişi kimdir? Yazmaya nasıl ve nerede başladınız?
 
– 2008 yılında SiyahKahve’de yayınlanan bir şiirim üzerine pek kıymetli Yelda Karataş ile hoş bir sohbetimiz olmuştu. Evet, şiire düşüşüm tam olarak 2008 kışına denk gelir. Öncesinde diğer türlerde çalışmalarım oldu, hâlâ çalışmalarım devam ediyor. Şiir çok başka ama. Fakat fotoğraf-öykü buluşması ödüllü fotoğrafçı Murathan Özbek sayesinde oldu. Onun çektiği fotoğraflara öyküler yazıyorum, kendisi ülkemizin yetiştirdiği en önemli fotoğrafçılardan birisi. Son iki yıldır dünya birinciliğini kimseye kaptırmıyor. O’nun fotoğraflarına öyküler düzmeye çalışıyorum.
 
3.-Birçok şiir sever sizi “Gam” şiiriniz ile tanıdı. Bu şiiri yazarken nasıl bir ruh hali içerisindeydiniz?
-Gam bir bebek ise eğer doğum belgesinde İbrahim Tenekeci yazar. O’nun bu şiirin doğuşunda emeği büyüktür. “Gam” hayatımda masmavi bir yol oldu. Yazım süreci en uzun şiirim gamdır. Keyifli bir yazın sonuna doğru bitirdim, tahmin ettiğimden çok beğenildi. Hatta en sevecen hikayesi de bir bey doğum yapan eşine el yazımla yazdığım gam’ı hediye etti, hatırladıkça tebessüm ederim. 
 
4.-Yazarken özellikle değinmek istediğiniz/değindiğiniz bir tema var mı? Var ise bu tema nedir?
-Özellikle değindiğim bir tema olmadı hiç. Şu sıralar kavuşmanın o kadife dokusunu düşlüyorum. Hasretlik kuşlara bile ölüm.

5.-Sizce bir şiirin olmazsa olmazı nedir?
-Sevgili.
6.-Sizce yazın dünyasının en büyük problemi nedir?
-Keşke insanlar sosyal medyada paylaştıkları kadar okusalar.
7.-Birçok şairin çeşitli şehirlerden ilham aldıklarını biliyoruz. Siz de işiniz gereği pek çok şehirde bulunma imkânı elde ettiniz, size ilham olan bir şehir var mıdır?
-Erzurum öykülerimin beşiğidir. Yeri ayrı. Fakat bir şehir söylemem gerekirse bu Venedik olacaktır. 2010 yılında Viyana’da bir orta çağ piyanistini anlatan r
omana başlamıştım, bitirmek nasip olmadı. İlerleyen yıllarda tekrar o havayı soluyup 
o romanımı bitirmek istiyorum.
8.-Yeni bir kitap hazırlığında olduğunuzu biliyoruz, çok giz
li değilse okurlarınızı nasıl bir kitap bekliyor?
-İlk iki kitabımdan çok farklı bir kitap gelecek. Değişik diye tanımlayabilirim. Son çalışmalarımızı yapıyoruz, Eylül 2014’te okuyucu ile buluşacak. İkinci kitabım Karton Külleri çıkmadan önce sevgili Murathan Özbek ile birlikte bir tanıtım filmi hazırlamıştık. Üçüncü kitabım için de aynı şeyi düşünüyoruz.
9.-Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı İrfan Bey?
-Yayın hayatınızda başarılar diliyorum.
Röportajımızı kabul ettiğiniz için teşekkür ediyor, edebi yaşantınızda başarılar diliyoruz…
Blog

Zıplayan Kaplumbağa

zıplayan kaplumbağa

Kara mı leke / Kırmızıya mı örtü / Ben bilemedim.


İki kere ikinin beş ettiği yeri yanlış yerde arıyorlar. Matematikten mucize beklenir mi hiç? Oysa kafalarını çevirip aşka bir baksalar neler beş ediyor onlar bile şaşırırlar.

Parmağımı boğazıma bastırıp kusuyorum durduk yere. Boşuna yapmıyorum bunu içimden atmam gereken şeyler var biliyorum ve bunları atmak için her yolu deniyorum. Gözyaşına binmezlermiş, biraz şımarık büyüttüm onları. E şarkılara da sarılıp gitmiyorlar. Başka kokular, başka tenler diyorum üzerime gülüyorlar yahu! Ne yapayım diye düşünmekten uyku uyuyamaz oldum. Ah bir görsem şunları giderken; soğuk bir bardak su içeceğim. Şerefe!

Birileri bir yerde sesimi duyarsa eğer bil ki kendimi çağırıyorumdur. Yapayalnız kaldım son zamanlarda yine kendimle dertleşiyorum. Anlayacağın yine aynalar, yine sahte gülüşler, yine keder.
Yatağa tek parça olarak girdiğim geceler parmakla sayılır ama beş eder mi bilmem. Kalabalığa karıştığım sabahlarda elinde buğulanmış poşetlerle yürüyen memurlar görüyorum. Bir de akşamdan kalma öğrencileri görüyorum. Onlar tebessüm ettiriyorlar saolsunlar. Ama o soğukta elleri şekil değişmiş çocuklar seni hatırlatıyor, içimi sızlatıyor, düşlerimi karartıyorlar. Sana yapamadığımı yapıyorum, başlarını okşayıp geçiyorum.

Tamam tamam biliyorum. Ben seni ilk düşlediğim yerde gördüğüm kaplumbağayı zıplatmaya çalışıyorum. Üstelik yardım beklediğim bir şey veya bir kimse de yok. Hayır, boşuna değil. Değil!

Parmağımı şıklattığımda kaplumbağa zıplamıyor ama sen aklıma geliyorsun. Biliyorum senin aklına hiçbir şey gelmiyor ve yine biliyorum ki o “hiçbir şey” benim.

Ben gidiyorum
Midem bulanıyor.



Fotoğraf: Murathan Özbek

mirfanK’
Blog

Derin İçim

yalnızca bir kere sesleniyorum
-tüm uyuyanlara,
sadece
annem açıyor gözlerini.

mirfanK’14
Blog

Sorgu

güneşi duru bir öpücükle uğurladım, sen göründün biraz, biraz gözlerin göründü, gider gibi oldun sonra.
-konuşturdum geceyi, yerini bilmiyor.-

birkaç ağustos geçti görünüşünün ardından. yalan yok, birkaç beden daha dolaştım avunmak için ve bir gece ansızın:
-yokluğunu buldum, seni tanımıyor.-

gülüş. gülüşün geldi yine bi’ ara. epey gün saydım biliyor musun? gözlerindeki ışığa dokunabilmek başka bir dünyanın cenneti olmalı.
-hasretine gösterdim seni, bir türlü çıkaramıyor.-

okullar başladı. yalnızca birkaç defterim oldu benim. yazdıklarımı silip yerine yenisini yazmayı ilkokulda öğrendim. mevsimleri de. ama saçlarını öğrendiğimde unuttum tüm okuduklarımı.
-mevsimlerin dersine girdim, sonbahar saçlarını işliyor.-

ağladığını öğrendim. aynı gün yağmur da yağdı. dile kolay, göze zor. mutluluktan bile olsa ağlamamalısın, bunu sana söylemeliydim.
-yağmurun fikir babası, gözlerin.-

gözlerini daha uzun gördüğüm bir gece konuşmak istedim. sen uykuya yenik düştün ama ben özenle seçtiğim kelimelerim ile sorguya devam ettim:
-gözlerin masum, deliller yetersiz.-

bacaklarının arasında kavuşmuştu ellerin. acaba ellerimiz aynı boyda mıydı? çok yüksek bir rakımda uyudun o akşam. ben aynı yerden sormaya devam ettim:
-ellerin sorgulanmıyor, deliller yetersiz.-

uzun uzadıya sevdim seni. saçların uzadı, kısaldı, sevdim. her halini başka bir halimle sevdim. biraz kalabalıklaştık.
-bizi çeteden yargılasınlar, sevdikçe çoğalıyoruz.-

kısık ateşte idim ama hep ateşte idim. güzel piştim. beni sevdiğini söylediğin gece de uyumadım. daha yakındı sanki yıldızlar. o kadar güzeldin ki:
-aşkın itiraf etti, seni benden almış.-

mutlu-
-son.

fotoğraf: Murathan Özbek (in-)

mirfanK’14
Blog

Ne Yağdı Mübarek

sen müziğe oynadığını sanıyorsun yılanın,
o flütten kendini koruyor. -böyle bi’ şey işte aşk.-
müziğe kapıldıkça koruyorsun kendini-

sokak lambalarından izleyince son kar yağışını, ağladı perdem.
yürüdüm sessizliğin karanlığına,
sen yine de bu sessizliği seninle soludum say.

müzik yok ama, tüm bu sokaklarda ayak izin var

bak.

mirfanK’14

Blog

Şafak?

kaç gün kaldı?
– bugünü saymazsak 5
bugünü saymayalım.

mirfanK’13
Blog

Bi’ Kısa Sigara

işte şimdi, düşünüyorsun,
ne zaman bitti bu sigara?
hangi zaman kısa, hangi olay hafızanda?

***

dalıp gittiğin yer mi uzak, zihninde canlanan tebessümler mi eski, bilemedim.
gülüşün genç kalmış. neyle besliyorsun? bakıcısı kim?
şimdi sorular:

bi’ cümle kurdun geçen, her şeyi geçtim de (…)
her şeyi geçtin mi?

nerede olursa olsun (…) demiştin,
neredesin?

hayatının bi’ ucundan (…) diye başlayan mektubunu yaktım en son,
çivili ucundan mı tuttun?

umarım kader güzelliğimizi (…) diye suçu / yükü üstünden atan bir sonuç cümlen var,
umduğun kader mi?

sorulara ara veriyorum.

dudaklarını korumak için sürdüğün şey bende kalmış. kapağını açıp kokladım.
Allah korusun.

mirfanK’13
Blog

Terzi

yabancılaşıyor ya güz;
yine ince kırılıp
sık dokunuyorum.

not düşülsün isterim,
bugün de kimse
yalandan ölmedi.

mirfanK’13

Blog

Sensizlik

ansızın,
durduk yere yabancılaşıyorsun herkese
yeniden tanışmak için,
yeniden sevdalanmak için,
kendini bırakıp
o’na uzaklaşıyorsun yine.
-ansızın.

mirfanK’13
Blog

Kaldı

elimde; son kullanma tarihi geçmiş / tadı bozuk bir geçmiş,
belleğinden af dilemek silinmiş bir yarasa,
gözlerinde büyümeyi unutmuş ağlayan bir bebek,
yollarımda gelmeyi bilmeyen bir sen var.

avuçlarım boş-
gel.

mirfanK’13