Gözyaşına teslim oldun
Kaldırdın ellerini
Başın yastıkta
Af diledin Tanrı’dan
Yüreğinde bir yangınla.
Dağların ardında
Tahtadan bir kulübede
Elleri soğuktan çatlamış bir adam var.
Kanı pıhtılaşmış avuçlarında
Üşüyor biraz
Biraz da seviyor.
Sen gözyaşlarına teslim oldun
O ellerini
Dokudu
Kilim gibi
Senden Geriye
Senden geriye saydım
Koşarak geldi
Yeni günler.
Gökyüzünü süsledi
En sevdiğin renkte fişekler.
Sonra yine en sevdiğin renkte
Mumlar yaktım geceme
Işıl ışıl oldu odam
Takıldı gözüm camdaki bir noktaya
Annem geldi.
Başımı okşadı usulca
Babam kızdı
“Üzerini giy!” diye.
Kardeşim kapının önünde bekledi.
Sen belirdin camda sonra
El salladın bana
Güldün
Utandı mumlar
Noktadayken gözlerim
Kaybettim yüzünü
Ellerin kaldı
Cama yapıştırdım parmaklarımı
Soğuktu cam.
Buğusuna “Gel” yazdım.
Mumlar titrediler
Uyuttular beni en güzel ninnilerle.
Rüya görmedim hiç o gece.
Uyumadan önce gördüklerim hariç.
Hiçbir şey kalmadı senden geriye
Herkes eski yılda kaldı
Bir sen geçtin yeni yıla
Bir de
Sen
Venedik’ten Kalma
Rüya
Bir gün
Denizin içinden sana
Masmavi bir mutluluk getireceğim.
Rengi bilinmeyen
Taşlarla süsleyeceğim;
Boynunu
Ruhunu
Okyanusların dibinde
Dünyaları buldum bir gece
Sen uyudun
Ben seni bekledim
Sen uyandın.
Bir sağır gibiyim.
Sadece rüyalarımda duyuyorum seni.
Karşımda eski bir resmin
Kör gibiyim
Seçemiyorum
Kime bu gülüşün.
Hasret
Soğuktan paslanmış kelepçelerimi
Eritti bir kış güneşi.
Kim bilir
Ölürüm belki
Yeni gelen
Yılın kucağında
O zaman duyarım sesini
Ama lal olur dilim bilirim.
Büyülü bir yalnızlık yaşıyorum
Şimdi.
Hayatımın ortasındasın hala
Ne yana eğsen başını
O tarafa gidiyorum
Dümen sende
Sür beni
Mevsimi bilinmeyen diyarlara
Çok üşürsek
Sen güneş olursun
Ben Ay.
Hadi.
Aynı Telden
Var ya
Yokluğun,
Sefalet gibi
Daha çok
Bir öksüzün
Feryadı gibi.
İyi ol dediğinde
Hala
Salağı oynayabiliyorsam
Seni hala
Nefesim kadar çok seviyorum demektir.
Bağışla
Bir mektup yazamadım sana
Titredi ellerim
Rezil oldu
Paha biçilemez sevdam
Ucuz kağıt parçalarında.
Yatağımda
Kalbin atsa bir gün
Onun şiddetine uyansam
Yastığımdaki kokunla avuturum kendimi
40 yıl
40 gece.
Ve
Beni böyle perişan eden;
Yokluğunun varlığıyla
Varlığımın yokluğu.
[Dünaydın Sevgilim – Şükür Kavuşturana]
Şizofrenik Özlem
Ne savaşlar verdim uğruna
İçimdeki diğer İrfanla.
Çok çarpıştık
Başımız yastıktayken
Savaştan;
Kellesi koltukta ayrılan
İrfan oldu
Hep
Hala yaşıyor inatla
Seviyor utanmadan.
Gözü yaşlı uyanıyor her sabah.
Hasta yatağında
Saçlarını topluyor
Yine inatla
Yaşıyor
Ve seviyor.
Eskiden şizofreniydim
Seni buldum
Şimdi ikimiz de iyiyiz.
İkimiz de seviyoruz seni
Ben daha çok tabii.
Hayır ben.
Bir saniye geliyorum.
Tanıdık Kelimelerle Aşk
“… Uzun süre kurgulanan aşkların yitip gitmesiyle akıllarda kalan tortuları anlatır bu hikaye… Her insan biraz kendini bulur bende, biraz da yitirdiklerini. Kendini bulanlara selam olsun…”
Korkusuzdu.
Karanlıkları titreten cesaretiyle karısını da korkutuyordu.
Bir gün ona ait bir şeyi almak için geldi Brno’ya. Alacağı şey onun olmasına onun idi fakat ne yazık ki kağıt üzerinde. Karısı onu yalnız bırakmadı, eşlik etti. Beraber geldiler ve bir otele yerleştiler. Ivan karısının soğukluğunun aynı oranda da sıcaklığının farkındaydı. İlk günü geç vakitte otele geldikleri için sevişerek geçirdiler. Sabaha kadar terleri tenlerinde kurudu taa ki nefeslerinde hissizlik başlayana kadar…
…
Sabah kahvaltıda buluştular.
Ivan, Ewa’dan erken uyanıp gelmişti kahvaltıya. Bıçağıyla biten tabağını dövüyor, yeni bıraktığı sigaraya hasret duyuyordu. Ewa geç geldi, dün geceden yorgundu çünkü. El ele tutuştular ve sadece küçük bir tebessüm ettiler birbirlerine. Sabahlara kadar sevişmemiş, daha önce hiç karı-koca olmamış gibi!
Ivan; “Tanrı aşkına daha fazla dayanamayacağım, neyin var senin?” diye çıkıştı Ewa’ya. Ewa şaşırmıştı. Kahvaltısının ilk lokmasını yuttu ve cevap verdi; “Hiçbir şeyim yok iyiyim Ivan kendinde misin?” dedi. Ivan; “Her neyse ben şu köye gidip geleceğim” diyerek masadan kalktı. Ewa hiçbir şey diyemeden Ivan otelden uzaklaştı.
Yağmur yağıyordu hafiften. Birden eski dostu Fiala’yı anımsadı.
Ah ne güzeldir görmek
Akşam sabah
Fiala’nın evini
Ve mahzenini
Diye geçirdi içinden ve ağır ağır otelin taksisine doğru yürüdü. Yağmur saçlarına vuruyor, alnından akıyor ve yüzünde geziyordu. Tebessümle yedirdi yağmuru bedenine ve taksiye bindi.
“Hustopece’ye gidiyoruz”
Hustopece küçük ama şirin bir köydü, daha önce çok küçükken gelmişti. Şimdi ise ölen büyükannesinin mirasını almaya gidiyordu. Büyükannesi rahibeydi ve ölümü büyük üzüntü yaşatmıştı Hustopece sakinlerine. Naaşının Hustopece’de kalması için defalarca Ivan’a mektup yazılmış ve Ivan ikna edilmişti. “Müzik sever misiniz?” sorusuyla hayal dünyasına saplandı taksici. “Evet, kısık sesle lütfen” diye kibarca cevapladı Ivan ve yollarına devam ettiler.
Gül bahçeleriyle karşıladı Hustopece Ivan’ı. Hatrında kalan bir kaç şirin villadan başka bir şey yoktu. Onları da sola bakınca gördü hemen. Tren istasyonunu anımsadı küçükken bindiği turuncu tren şimdi emekliye ayrılmış müzevari bir şekilde kullanılıyordu. Dikkatlice baktı trenin içerisine el ele tutuşmuş bir çift gördü ve aklına eşinin telefonunda gördüğü mesajlar ve fotoğraf geldi. Evet, sabahki soğukluğu bu yüzdendi. 12 yıldır evliydiler ve karısı tarafından aldatılıyordu. Bunu direk kendi kendine mırıldandı. “Canımı ne kadar yakabilirsem o kadar yakacağım bugün!” dedi ve cebinden becherovka çıkardı. Sindirime iyi geliyordu bu içki. Belki aldatılmayı da ancak bununla sindirebilirdi. Sert birkaç yudum aldı. Taksici dikiz aynasından bu olayı seyretti ve cebinden sigarasını çıkararak Ivan’a tuttu. Ivan “Bırakmaya çalışıy… Bırakmıyorum” diyerek aldı bir tane. Bir süre yakmadan dudaklarının arasında tuttu. Sonra yaktı ve derin bir nefes çekti. Dumanı ciğerlerinde gezdirdikten sonra uzun uzun üfledi. Özlemişti bu dumanı… Kaybolana kadar izledi dumanını. Bu arada Hustopece’ye girilmiş kiliseye doğru gidiliyordu. Ivan köydeki insanlara bakıyordu tek tek. Şarap mevsimi gelmiş, insanlar ellerinde fıçılarla şarap yapmaya veya burçak yapmaya gidiyordu.
Kiliseye varıldığında Ivan kendine geldi. Bir süre için karısını ve onun yeni sevgilisini düşündü. Kafasının içerisinde küçük bir dünya kurdu hemen o dünyanın içerisinde bir türlü bulamadı kendini. Sonra aklına oğlu geldi. Kendisi baba sevgisinden mahrum büyümüştü, kendi gençliğine gitti. Oğlunu kendi yerine koydu ve ürperdi bir an. Okuldan çıktığında çocuklar babalarına sarılırken oğlu bir ağacın dibinde gözyaşlarına boğulmamalıydı. İlişkisini mi kurtarmalı yoksa oğlunu mu bilemedi. Aslında… Diye geçirirken içinden baş rahibenin “Üzgünüz bay Ivan, çok büyük bir kayıp yaşadık hala çok şaşkınız. Bay Ivan? Orda mısınız!” seri cümleleriyle irkildi. “Evet, çok üzgünüz. Ailecek büyük üzüntü yaşıyoruz. Çok kasvetli bu kilise aslında büyükannem bahsetmişti fakat görünce tuhaf oldum. Eminim ruhu rahat ediyordur şu an. Yol da yorucuydu aslına bakarsanız…” bir an için duraksadı ve saçmaladığının farkına vardı ve cümlelerine devam etmedi. Rahibe, “Buyrun biraz dinlenin sonra başlatırız işlemleri” dedi. Ivan biraz düşündükten sonra “Aslında hemen gitsem iyi olacak. Çünkü eşim yalnız ve beni bekliyor. Bir de çocuğumuz var o da korkuyordur yalnız bıraktık onu da evde. Özlemiştir hem.” dedi. Rahibe başıyla onaylayarak kilisenin iç tarafında bulunan bir odaya doğru yürümeye başladı. Ivan tekrar saçmaladığının farkındaydı. Ama sebebini bir türlü bulamadığı için terlemeye başlamıştı. Yapacağı iki işlem kalmıştı. Yanında bekleyen taksiciye döndü ve dışarda onu beklemesini söyledi. Bu arada avukat baş rahibenin talimatı üzerine kiliseye gelmiş evrakları hazırlıyordu. Babaannesini son kez görecek miras kağıdını imzalayıp gidecekti. Ama bu olaylar ona ölüm gibi geliyordu çünkü aklı başka yerdeydi. Bu düşüncelerle cebelleşirken odadan içeriye girdiler. İrkildi tekrardan sağı solu kontrol etmeye, ortama uyum sağlamaya çalışıyordu. Baş rahibe tabutun yanına yanaştı ve “Buyrun bay Ivan, görmeye hazır olduğunuz zaman açabilirim.” dedi. Ivan uzun bir süre düşündü. Sandalye çekip oturdu ve çocukluk yıllarına döndü. Korktuğu bir gün büyükannesinin yanına koşmuştu dizleri titreyerek “Bir adam gördüm sakalları ayaklarının altında sırtında da bir küfenin içinde insan başları vardı korkuyorum büyükanne” demişti. Büyükannesi de “Korkma çocuğum sana şaka yapıyorlar” demiş, bir dua okuyup göndermişti onu. Gözleri doldu, ağlamamak için acele etmesi gerektiğini düşündü ve kapağı işaret etti. Baş rahibe yavaşça açtı kapağı Ivan arkasına yaslandı ve büyükannesi ile göz göze gelmeye çalıştı. Büyükannesi gözlerini hiç açmayınca öldüğünün farkına vardı ve tutamadı göz yaşlarını. Bir çift damla süzülürken yanaklarında “Büyükanne hayatın en tatlı yerindesin” dedi kafasını önüne eğdi ve “Çıkmak istiyorum” dedi.
Birlikte çıktılar odadan. Ivan hayatı boyunca hiç bu kadar kötü olmamıştı çünkü babasını en son 12 yaşında görmüş, annesi 17 yaşındayken başka bir adamla evlenmişti ve Ivan hayatının zor zamanlarında hep büyükannesi ile birlikte olmuştu. Bu yüzden olsa gerek onu annesinden de babasından da çok seviyordu. Onu yıkan da bu sevgisi olmuştu. Ayakta durmakta zorlandığı anda avukatın yanına geldiler. Avukat tüm evrakları hazırlamış orada öylece oturuyordu. Ivan hemen oturdu. Baş rahibe “İzninizle gitmeliyim, beni bekleyen işler var. Üzgün olduğumu tekrar söylemek isterim. Kendinize iyi bakın” dedi ve kiliseden çıktı. Ivan avukata “Nereleri imzalamam gerekiyor” diye sordu. Avukatın gösterdiği yerleri imzaladı. “Muhtemelen 2 gün sonra büyükannenizin hesabında bulunan paralar belirttiğiniz banka hesabına geçmiş olacaktır. Evleri ve tarlaları isteğiniz üzere satılığa çıkarttım ve yine belirttiğiniz gibi fiyatı düşük tuttum. Onlar da satılır satılmaz belirttiğiniz hesap numarasına paralar yatırılacaktır efendim.” dedi. Ivan cüzdanından bir miktar para çıkarttı “Bu da sizin masraflarınız için yeterli olur diye düşünüyorum” dedi. Avukat parayı alarak “Teşekkür ederim, büyükanneniz büyük bir insandı. Gerçekten” dedi. Ivan “Yapabileceğim başka bir şey yoksa ben gidiyorum” dedi ve kalktı masadan. Taksiye gitmek istiyordu bir an önce. Bir insan nasıl huzur bulabilirse bir arabanın içerisinde, Ivan huzurun asıl kaynağının orası olduğunu düşünüyordu.
Taksiye biner binmez bir sigara istedi taksiciden. Arkasına yaslanıp gözlerini kapattı. Her tarafı ter içerisindeydi cebinden becherovkayı çıkarttı ve 4-5 yudum peş peşe aldı. Taksici şaşkın gözlerle onu izliyordu. “Otele mi dönüyoruz efendim?” diye sordu. Ivan başıyla onayladı ve “Otele gelince haber ver” dedi gözlerini kapatıp başını cama yasladı. Kendinden 13 yaş küçük olan bir sevgilisi olan karısını düşündü. Okuduğu mesajları hala sindirememişti. “Dün gece harikaydın, çok teşekkür ederim.” okuduğu ilk mesajdı. Böyle bir şeyi nasıl yapar insan kocasına? Anlam veremedi bir türlü. “Keşke ben de aldatsaydım zamanında..” diye düşündü sonra. Eline çok fırsat geçmişti. Artık otele yaklaşıyorlardı. Ivan toparladı biraz kendini, elini cebine sokup cüzdanını çıkarttı. Taksiciye parasını ödedi fazla fazla, sigara için teşekkür etti ve indi arabadan. Yağmur yine aynı sadelikte devam ediyordu. Otele geçti, resepsiyondan anahtarını alıp odasına çıktı. Ewa odada yoktu. “Nereye gitmiş olabilir?” diye sordu kendine. Elindeki zarfı bırakıp çıktı odadan.
Ceska Meydanı’ndan başka bir yere gitmiş olamaz!
Kaldıkları otel bahsettiği meydana çok yakındı.
Brno’nun en işlek ve kalabalık meydanıydı Ceska meydanı. Oraya gitti Ivan yürüyerek. Ewa’yı bir porselen mağazasının önünde telefonla konuşurken gördü. Yüzünde 13 yıldır görmediği bir gülümseme vardı. Elinde de 2-3 tane sade porselen vardı. Evet, Ewa dostuyla konuşuyordu, dostu da “Ebru” sanatıyla ilgileniyordu. Porselenleri işleyeceğinden hiç şüphesi yoktu! Bir çiçekçi tezgahına gitti ve bir buket çiçek aldı Ivan, sonra otele döndü.
Otele geldiğinde iyice çökmüştü. Dolabı açıp bir içki çıkarttı. 3-4 kadeh hızlı hızlı içtikten sonra kıyafetlerini çıkarıp duşa girdi. Soğuk suyun altında titreyerek ağlıyordu Ivan, gözyaşları görünmesin diye duşta ağlamayı tercih ediyordu.
Birden bir kapı sesi duydu.
Gelen Ewa’ydı.
Ivan bornozunu giyip çıktı duştan. Ewa’nın elinde bir paket vardı. “Baloncuklu poşetler koysaydın arasına, kırılmasın porselenler” dedi Ivan.
Ewa önce elindeki pakete baktı, sonra Ivan’a baktı. Yatağın üzerinde bir buket çiçek duruyordu.
Ivan Ewa’nın gözlerinin içine baktı.
-Bugün seni gördüm.
-Nerde Ivan?
-Ceska’da
-Neden gelmedin peki yanıma tektim?
-Yanında birisi vardı zaten!
Ivan ağzına geleni söylemek istiyordu, fakat engelliyordu kendini. Akşam yemeğine iki saat vardı. Dayanamadı artık.
-Porselenlere cinsel organını mı çizecek genç sevgilin! dedi. Çok sert çıkışmıştı. Ewa bu kadar sert bir çıkış beklemiyordu. Şok oldu, olduğu yere oturdu.
-Anlatacaktım sana. dedi.
-Neyi anlatacaktın? Sabaha kadar yaptığınız seksi mi anlatacaktın? Yoksa evladın yaşındaki biriyle olan legal ilişkini mi anlatacaktın ha? dedi Ivan.
-Sakin ol bağırma bana!
-Aha! Ne yapayım Ewa? Alkışlayayım mı? Bunu mu istiyorsun ha! dedi ve alkışlamaya başladı Ivan.
-Yeter artık! Yeter! diye çıkıştı Ewa.
-Ne yeter! Madem başka birisinin oldun artık burada ne işin var? Neden geldin benimle? Çocuğumuzu, 12 yıllık evliliğimizi hiç mi düşünmedin? dedi.
Ivan çok yara almış, anlattıkça anlatıyordu.
Ardına baktı;
Suratına tükürürdüm ama ağzım yeterince kuru! dedi ve odadan çıktı.
…
Yemekte buluştular tekrar. Ivan bu kez sigara içiyordu. Ewa masaya oturdu, Ivan sert bakışlarla süzdü Ewa’yı. “Oğlumuza söyle…” dedi ve konuşmadı hiç. Ewa’nın gözlerinden iki damla yaş düştü. Ne garip, rüzgarı önümüze almıştık fakat buralara kadar savrulduk. Garip… diye geçirdi içinden Ewa. Garsondan kırmızı bir şarap istedi Ivan.
Bir şişe şarap içtiler o gece o masada.
Kan kırmızı bir şişe şarap.
Hayallerini doldurdu Ivan içine.
Ewa’da geleceğini.
Yudum yudum içtiler hepsini.
Masadan kalktılar. Ewa Ivan’ın elini tuttu sıkıca. Ivan’ın içi titredi, birlikte odalarına kadar yürüdüler. Asansörü kullanmadılar. Ivan bir daha ne zaman tutacaktı o eli hiç bilmiyordu. Kafası önünde yürüdü dakikalarca. Ewa’da ağlamaklıydı. Odalarına geldiler. Girer girmez Ewa öpmeye başladı Ivan’ı. Çok ateşli bir gece başlamıştı. Birden telefon çaldı. Oğulları arıyordu. Telefonu Ewa açtı.
-Oğlum nasılsın? Bir şeye ihtiyacın var mı? Dadı evde mi? diye birkaç soruyu sıraladı peş peşe..
-İyiyim anne, babam nasıl? Hallettiniz mi işlerinizi? Çok özledim sizi. dedi.
Sustular sonra.
Ewa ağlamaklı geliyoruz oğlum dedi.
Geliyoruz.
Dedi ve
Kapattı.
Devam ettiler ateşli geceye. Ivan “son kez belki..” diye geçirdi içinden. Çok hüzünlü bir sevişmeyi yaşadılar beraber. Saatler sürdü. Bıkmadılar, usanmadılar.
Ewa duşa girdi sonra. Ivan kendisiyle başbaşa kaldı. Aynanın karşısına geçti, kendisini seyretti. Yalnız kalmayı yediremiyordu. Dakikalarca kendini izledi aynadan. Bıkmadan, usanmadan.
Ewa duştan çıktığında gözleri şişmişti. Ivan’ın yaptığı gibi, duşta ağladı o da.
Saatlerce sarılıp durdular.
Uyuyakaldılar sonra.
Ivan uyandığında Ewa yoktu.
Kapı çaldı
Ewa geldi…
…
-Hamileyim
-Ondan mı?
-4 aylıkmış.
-Oğluma iyi bak..
Fotoğraf, Kurgu: İrfan Kurudirek
Kış Olsa Gerek
Soğuk rüzgarlar esiyor senden
Bu tarafa.
Önümüzde kahvelerimiz var.
Sıcacık
Venedik’ten kalma
Akdeniz kokum var üzerimde
Masmavi düşlerimle geldim yine.
Sen
Ben
Ve
Akşamdan kalma yalnızlığımız
Oturuyoruz.
İnsanlar yer bulmaya çalışırken
Biz inatla
Kalabalıklaşıyoruz.
Suskunluğuna anlam veremiyorum
Yazık bana.
Tufanlarımın farkında bile değilsin hala.
Yüreğimin duvarlarında yankılanıyor
“Yoksun” haykırışlarım
Karşıma geçsen de
Yine haykıracağım
Yoksun
Yoksun
Yok.
Ne Yüzle?
Sorduklarında
Sende
“Sevdim”
Diyeceksin ya,
Ona yanıyorum.
Nefes gibi çekerdim içime
Kokunu
Aramızda yollar varken
Dünya’yı durdurur
Yanıma alırdım yokluğunu
Şimdi soracaklar sana
Sen de “Sevdim” diyeceksin ha?
Akşam olurdu da
Kafamı yastığa koyduğumda
İyilik dilerdim Tanrı’dan
Ama
Önce senin adına.
Şimdi ellerim nasır tutmuş
Soğukta yürümekten
Ve seni düşünüp
O soğuğu hisetmemekten…
Şimdi soracaklar sana
Sen de “Sevdim” diyeceksin ha?
Sevincinle
Ağladım da
Büyüdü o “yaseminler”
Şimdiki gözyaşlarım
Fazla tuzlu
Öldürüyor
Adının geçtiği her canlıyı
Ama ben yine
İçimde sana kıyamayan bir
Çocuk besliyorum.
Sense metruk gecelerin koynunda
Başını yastığa rahatça koyuyorsun.
Şimdi soracaklar sana
Sen de “Sevdim” diyeceksin ha?
Sen kendi ellerinle terkettin
Geçmişi,
Hayallerimizi
Başlayan geleceğimizi.
Ben de ellerimle kurduğum
Dünyayı
Başkalarına bağışlıyorum
Ve
Seni aldığım yere bırakıyorum.
Seni ben yaratmadım
Tanrı affetsin.
[Dünaydın Sevgilim – Ne Yüzle?]
Sen misin Yağan?
Suratımın en sevdiğin tarafı
En sevdiğin kentin
En sevdiğin sularında giden
Bir vapurun camına yapışık.
Aklımda sen
Hayallerimde sen
Belki yağan da sensin.
Gözümden bir yaş yüzdürdüm
Cama doğru
Bir yağmur damlasıyla birleşip
Denize karıştı
Akdeniz
Kucakladı
Bizi
Sen yağdın sandım
Alabora oldu düşlerim
Seni aradı
Kayıp ellerim.
Asalet
Vurup gidiyorsun
Avuçlarımda kanımla kalıyorum
Sonra tekrar geliyorsun
Gülüşünle
Sarıyorsun yaralarımı
Gidiyorsun sonra
Unutturmaya çalışıyorsun belki
Ama
Seni unutacak kadar ufak değil sevdam
Ve
Gözlerin kadar büyük yüreğim.
Elbet bir gün
Vuracaksın
Ama gitmeyeceksin
O gün geldiğinde
Ben tebessüm edeceğim
Sonra akacağım yüreğinden
Gözlerine..