Blog

[Kartpostal] Mavi Düştün

mavi düştün
“Seni görmeden uyuduğum geceler var benim. Takvim yapraklarını sana kavuşmanın ümidiyle koparıyorum ama günler geçiyor sanma. Ben seni görmediğim günleri –yaşanmış- saymıyorum.”


Geçtiğimiz hafta bir harita aldım, uyumadan önce saydım arada yakılması gereken 6 şehir var. Biliyorum orada da insanlar, aşıklar, düşler var. Ama bilmedikleri bir şey var: ben, çok özledim.


Dün ellerinden tuttup kokunu içime çektim. Bir bankta oturduk sonra ama hiç bakmadık birbirimize. Peki yanındakinin ben olduğumu nereden biliyorsun gibi saçma bir soru sorma sakın. Ben avuçlarının neminden tanırım seni. Çok az konuştuk veya konuşmaya gerek duymadık pek. Söylediğin şeyleri tam anımsayamıyorum ama sesin yine çok güzeldi; tarifsiz, yalın, masal gibi.

-Sensiz nefes almak güç- dediğini hatırlar gibiyim. Sonra ayaklarım sızladı, anlam veremedim. Düşlüyorum seni demek istedim, içimden prova yaptım. Karşıdaki çatılı garaja bakıp söyleyecektim, sonra başımı öne eğip derin düşüncelere dalacaktım tüm bunları neden yapamadım inan bilmiyorum. Başımın ağrısı başladı yine. Heh! Bir bu eksikti!

Sıcaktın, çok sıcaktın. Oturduğumuz bankın arkası kalabalık gibi. Ama dedim ya hiç oralı değiliz, birbirimize bile bakmıyoruz. Anlamsız bir koşuşturma var insanlar kaba kaba konuşuyor. Sen hasretimsin bir düş kadar aklımdayken bir düşüş ötemdesin, uzanıp dokunmak ilk kez benim inisiyatifimde. Dayanamam saçlarına, şöyle gel de süzülsün parmaklarım. Gel.

Tek bir değişiklik dünyamın keyfini siyaha boyadı.

Onunla kolladığım gökyüzünü koğuşun tavanıyla kim değişti lan!

-Abi üstünü açmışsın, Erzurum soğuk, çarpar adamı. Hadi iyi uykular.

Şafak: Yârin gözleri.

Kartpostal: Seha Can

mirfanK’12
Blog

[Kartpostal] Ardında Ayaz

ardında kış
Önümde adımlarını takip ettiğim insanlar var. Çok yorgunum, dermanım yok. Yürümeyi bile insanların sırtına yüklüyorum.

Yorgunum, çok.


Hava biraz yumuşak bugün, yumuşak dediysem de sana göre soğuk, yani nasıl desem, sensizlik kadar soğuk. Oradan da çıkaramazsın büyük ihtimalle. Dur şöyle anlatayım: yine bilmediğim bir yere gidiyorduk, hava ısınınca kaldırımlar ıslanmış biliyor musun, taşın altı su dolmuş, adımını takip ettiğim insanlardan birisi sert basınca su üzerime sıçradı, güneş gittikten sonra da üzerimde dondu. Seni çok andım ama nafile. Su üzerime sensizlik gibi yapıştı.

Sensizim, çok.


Kapının ardına kendimi attığımda biraz rahatladım. Dışarıda hiç görmek istemeyeceğin bir ayaz var. Tedirginim biraz. Gelen giden çok. Üşümem geçmedi hala ve ben her şeye inat ayazı ardımda bıraktığıma inanıyorum. Titreyişimi sensizliğe bağlasam ısınırım, biliyorum.

Kandırıldım, çok.


Anılarımı deşmekten vazgeç. Onlar o haldeyken bize zarar vermezler. Ama sen ne zaman anılarımın arasına dalsan kendimi onları toplarken buluyorum. Üstelik bu ayazda! Olur iş değil!

Kızma bana.
Anılarım onlar benim.
Kıyamıyorum.


Kartpostal: Seha Can

mirfanK’12
Blog

Sibel Buğdaycı: Kahire–Kızıldeniz Bir Bisiklet Yolculuğu

sibel buğdaycı

2008 yılında okuduğuım Sakin ol! Her şey Mümkün; yolculuğun, özellikle bilinmeyene yapılan yolculuğun, ne kadar özel olduğunu kanıtladı.

“Yolculuk biraz ölmektir der Paul Verlaine bir şiirinde, bence yaşam bir yolculuk, yolculuk da özgürlüktür.
Hele
Sibel Buğdaycı’nın yaptığı gibi bilinmeyene yapılan yolculuk ise özgürlüğün de ötesine geçmektir.
Sadece sınırların değil, zamanın da aşıldığı, gerçek ile düşün birbirine karıştığı bu yolculukta; doludizgin bir gezgin, bizleri de büyülü latin dünyasının sırlarına, coşkusuna, renklerine ve güzel insanlarına götürüyor.”
der Mehmet Günyeli kitabın tanıtım sayfasında.

Sibel Buğdaycı’ya “Sakin ol! Her şey Mümkün” için teşekkür etmeliydim, kendisini uzun uğraşlar sonucu buldum, teşekkürlerimi ilettim. O yıllarda yeni bir kitap projesinde olduğunu söylemişti. O günden sonra heyecanla bisiklet yolculuğunu konu alan kitabını bekledim.

Uzun uzun sohbetler, aşka biçilen kelimelerimiz ve sessizliklerimiz aynı yere çıkıyordu hep. Aradan yıllar geçti, ben Dünaydın Sevgilim’i büyük bir heyecanla kendisine gönderdim. İki müjdeyi aynı anda yaşadık. Ben ona kitabımı müjdelerken kendisi de bana “Kahire-Kızıldeniz Bir Bisiklet Yolculuğu” adlı kitabının çıkmak üzere olduğunu müjdeledi.

Kitabı okumaya kurşun kalemim ile birlikte başladım. Altı çizilecek, not edilecek onlarca şey vardı.

Kitap: Nil Kıyısında – Lüksor – Kızıldeniz olmak üzere üç temel bölüm üzerine oturtulmuş toplamda on parçadan oluşuyor. Bunlar:

Bir: Her yer her yer kadar ilginç.
İki: Yeniaynıkentler.
Üç: Bisiklet Üzerinde.
Dört: Tarihi Eserler.
Beş: Paket Servisi.
Altı: Karmaşanın Tanıkları Firavunlar
Yedi: Engellenen Seyahat
Sekiz: Son Durak Kızıldeniz
Dokuz: Çölde Hayatlar
On: Yolculuğun Sonuna Doğru.

Favori bölümüm kesinlikle “Karmaşanın Tanıkları Firavunlar”

Hemen hemen her parça Eski Mısır’ın Ölüler Kitabı’ndan alıntılar ile başlıyor.

“Günümüze geldiğimizde yüzyılların erişilemeyen sırlarına sahip bu anıt mezarları, boyunlarını bükmüş halde buluyoruz. Özellikle de yüz kırk metreyi aşkın boyuyla en büyükleri olan Keops Piramidi, gökdelen binaların ardında kaybolmuş durumda.” kitabın başlarında bulunan bu cümle bana “Mısırı kesinlikle görmeliyim!” dedirtti.

Sibel Buğdaycı “Oysa benim işim hayatın ve karmaşanın ortasına dalmaktan başka bir şey değil.” diyor.

Eğer yolculuğa merakınız varsa ve bu merakınızı usta bir kalemden okumak istiyorsanız öncelikle sahafların kapısını çalıp “Sakin ol! Her şey Mümkün” adlı kitabı sorun.

Kahire-Kızıldeniz Bir Bisiklet Yolculuğu alınıp okunası, arşivde saklanası bir kitap.

Tarih kokan o harikulade toprakları gezmiş kadar oluyorsunuz fakat içinizde her zaman için “gitmeliyim” isteği kıpırdaşıyor.

Sibel Buğdaycı’ya Not: İki kitabım da imza bekliyor.

Artı ve eksilerimle.

mirfanK’11

Blog

Gülsel Ceren Güneş: Karakalem

gülsel ceren güneş-karakalem

“…” yükü ne kadar fazlaysa o kadar yavaş gider ya insan “…”
-gcg-
Bir avuç kitap Karakalem fakat içerisinde dünya yükü taşıyor.
Gülsel Ceren Güneş’in –Bir avuç insana ve Hakan Ulutaş’a- diye başladığı Karakalem son zamanlarda dudak bükerek okuduğum, çoğu cümlenin ardından kitabı kapatıp gökyüzüne baktığım nadir kitaplardan.
ZDC Yayıncılık tarafından çıkarılan Karakalem yayınevinin ikinci kitabı. Kitabın içerisinde hediye olarak gelen ayraç ise hayallerimin dizaynına sahip. Hatta Karakalem ile birlikte aldığım Hemingway’e Karakalem’de rastlamak mükemmel bir his!
Kitap 9 bölümden oluşuyor:
1-) Karakalem
2-) Teksas’ta İhtiras
3-) Günaydın Anne
4-) Aşkın Palyaço Hali
5-) Zehirli Maymunlar
6-) Mercan Balığı ile Kabuklu Parazit
7-) Saatler Damlarken
8.) Kapının Önü
9-) Gri’nin Siyahı, Siyah’ın Beyazı
Her öykünün bıraktığı tat ayrı. Şayet yüreğinizde başka bir anne sevgisi besliyorsanız gözyaşlarınız bu kitabın sayfalarıyla tanışabilir. Ders arasında okuduğum “Günaydın Anne” adlı öykü bir sonraki derse kızarık gözlerle girmeme neden oldu.
“…” Ayrıldığımız gün hamile kalan kadınların çocukları şimdilerde kreşe gidiyor olmalıydı. Aşkını çekiçle kırdığımdan beri görüşmemiştik “…”

Altını çizdiğim onlarca cümleden yalnızca birisi bu. Bugün tek solukta harika betimlemelerle süslü bir kitap okudum. Üstelik bu Gülsel Ceren Güneş’in ilk kitabı.
Şahsım adına önümüzdeki dönemlerde böylesi bir kalemi okuyacağım için çok mutluyum.
Kitap 82 sayfa artı samimi bir teşekkür yazısından oluşuyor. Türü: Öykü.
Üzerine sayfalar dolusu şey yazılabilecek kitabı buradan temin edebilir, en yakın kitabevine sipariş vererek alabilirsiniz.

Alınmalı, okunmalı.

Teşekkürler Gülsel Ceren Güneş!


artı ve eksilerimle.
mirfanK’11
Blog

Kara Kışsın Erzurum

erzurum

“Doğuştan ağzı dumanlıdır Dadaşın / burnundan solur ayazı,
Başı önünde yürür / kara yazılıdır alnındaki yazı.”

giyin Erzurum, sıkı giyin;
kara, bahtımı bulmaya gidiyoruz.

sanki açsam kulaklarımı şu pembe geceye,
kar tanelerinin deldiği yaprakları duyacağım gibi
ama
üşürüm / duyamam.

gök yağmayı bıraksa, toplasa bulutlarını sessizce uzaklaşsa
tutarsın yıldızları oturduğun yerden, saklarsın avucunda / bilirim
ama
uzanamam / tutamam.

sadece adımları ses çıkaran yiğitler var sokaklarda;
vakit geç olmuş, hava soğumuş.
hızlı hızlı yürüyor yiğitler,
durdurup sorsan
“gözlerimde titriyor yârin gözleri / onu donduruyorum” der.
ayaz kokan gözleri yine yâri söyler,
bulduğu ilk sıcakta yâri nemli yanaklarına / gamzelerine emanet eder.

sis çöker,
göz gözü görmez ama
yürek bilir yüreği.

Erzurum senden önce uyanır,
tüm renkleri beyaza boyar; gelinliğiyle karşılar adamı,
gökyüzü maviye koştuğunda
terler avuçları adamın.

ve kim bilir belki de en büyük denizdir
uzun zamandır ağlamayan Erzurum’un
kar taneleri.

Fotoğraf: İrfan Kurudirek

mirfanK’11

Blog

Batikon

ölümcül miras

yara
sen kanadıkça
duruyor orada.

sen öylece durursan
orada,
kimse söylemez
yara.

mirfanK’11

Blog

Kışa Selam

karın altından bildirenler

“Hava şu an –20 derece. Hızlı adımlarla yürüyüp gözlerimden akan O’nu dondurmak istiyorum.”

Ortalık dağınık biraz.
Kış zamansız geldi. Aslında soğuğu hissettirmesini anlıyorum, ortalıkta pek kar yok, eh hazır topraklar göz önündeyken ben şu cesetleri gömüp geleyim ha? Öyle şaşkın şaşkın bakma. Bunlar olağan şeyler.

. . .

Yarın akşam gel bana.
Mutlaka bekliyorum bak. Kar yağışı bekleniyormuş. Arka odadan denizi izleriz ama sen gelmezsen olmaz, kar yalnız yağar, yanlış yağar.

. . .

Kış,
Hoşgeldin.
Hadi, sarıl! Üşüyorum.

Hikaye: –sokur-

mirfanK’11

Blog

Kuşaktan Kuşağa: Dedemin İnsanları

dedemin insanları

Giriş: Film hakkında bilgi içerir.

“Neden?” sorusunun gizemiyle başladı Dedemin İnsanları
Aslında aynı düşünce yüküyle kendi hayatımı sorgularken Çağan Irmak’ın fimlerinde bunu yapmamam gerektiğini “tekerlemeler” kısmında attığım kahkaha ile anladım.

Ege kültürü ve o zamanın adetleri çok iyi çalışılmış bence. Öyle ki o zamanlarda konuşulan ağız dâhi mükemmel.

Öte yandan o dönemin çocukları için “karne” ve “yaz tatili” kavramlarının ne demek olduğu filmin başında da belirtilen –yaşanmışlığı- inceden inceye sunuyor izleyiciye. O dönemde yapılan esnaflık, dükkanın kilitlenmemesi, sandalyenin kapıya ters bırakılıp rahatlıkla uzaklara gidilmesi o zamanın esnaflığının ne kadar harikulade olduğunu ve ne yazık ki o zamanlarda kaldığını gözümüze sokuyor.

Çetin Tekindor çocukluğunu anlatırken Ozan’ın (Durukan Çelikkaya) kaçamak bakışları, o kuşağın yaşadıklarını anlamaya çalıştığını yansıttı. Çetin Tekindor’un (Mehmet) o topraklara duyduğu özlemi, aile fotoğraflarını, evini anlatırken büründüğü hava beni oldukça etkiledi. Çocukluk evinin ilerisinde bulunan tavernayı anlatırken alttan Mabel Matiz – Morinin Meyhanesi veya Hercai Menekşe çalabilirdi. Çünkü göç sırasında öz kardeşini kaybeden Mehmet ve evlat acısı yaşayan ailenin hastalığın yayılmaması için ölen Mustafa’yı ege’ye bırakmaları bana “Şimdi yakanızda bir hercai menekşe olsam / rakınızın beyazında şöyle bir kaybolsam / dökülür mü ciğerinizden o denizin taşları / üzülüp yaşarırken siz ben sararıp solsam.” nakaratını söyletti.

Mehmet Dede ağzı mantarlı şişeler içinde evinde yaşayanlara mektuplar gönderdi “bi’ umut”. Ozan’a da sevdirdi bunu.

Radyo Voyage’da dinleyip hayran kaldığım ve Haziran 2011’de ilk kitabım olan Dünaydın Sevgilim’in imza gününde arka fonda çaldığım Cyrstal GayleSomebody Loves You adlı muhteşem eseri filmde dinlemek gözlerimi doldurdu.

Hümeyra (Peruzat) rolü ile yine ayakta alkışlattı kendini. Devletin o yılları için Çetin Tekindor’un (Mehmet) “timsah gibi kendi yavrularımızı yediriyor” yorumu nokta atışı oldu. O yıllarda çekilen acıların, sorguya giden birisinin geri dönmesinin ne kadar zor olduğunun bu denli iyi anlatılacağını ummazdım. İyi anlamda yanıldım.

Kâh sevinçten bağrımıza bastığımız kâh nefretle boğmak istediğimiz Ozan (Durukan Çelikkaya) iki kuşağın arasında kalan bir çocuğun yaşantısını anlattı. Ailesi tarafından her istediği yerine getirilen, sürekli el üstünde tutulan, dede tarafından öldüğü kardeşine benzetildiği için daha da fazla sevilen Ozan boş konuşmasıyla, patavatsızlığıyla bazen saç baş yoldurdu. Ama ne denmişti:

“Kimse kimsenin yerine ölmez, bilakis doğar.”

Dedemin İnsanları’nda –umut- bazen bir çocuğun iki dudağının arasında, bazen kayaya vurduğu bir şişenin içinde bitiyor.

Ozan’ın kendi kuşağında kalması için Dede’nin arkadaşlarını toplaması, önlerine sunulan ege kahvaltısı benim dikkatimi çeken başka bir nokta.

Diğer bir nokta ise kefenini almaya gelen o teyze. O zamanlarda insanların çoğunlukla meyhane çıkışında veya trafik kazasında değil de kendi ecelleri ile öldüklerini varsaymak mümkün. İnsanlar ölümün yaklaştığını hissettiğinde kimseye muhtaç olmamak adına kendi ölüm bohçalarını kendileri alıyormuş. Yine tam hüzünleneceğimiz sırada Ozan’ın çırak arkadaşına “Bu pamukla ne yapılıyor biliyor musun?” diye sorması tüm o kasvetli havayı dağıttı.

Çağan Irmak 1923 mübadelesini ve 80 darbesini en saf, en gerçekçi haliyle anlatıyor bu filminde. Darbe sonrası her yere üşüşen fırsatçı yöneticilere de taşını atmadan geçmiyor tabii. 

“Onlar bizim insanımız..”

Günümüz için sürekli tekrarlanması gereken bir şey.
Evet, iyi insanlarla doluydu bir zamanlar bu topraklar. Ama çoğu “güzel atlarına binip gittiler.”

Mehmet Dede’de şerefle yaşamanın ne demek olduğunu anlattı. Eskilerin iftirayı bile kaldıramadığını iliştirdi beynimize. “Ülken senin ailen..” dedi ama kendisi ülkesini bırakıp kardeşinin yanına, Ege’ye gitti.

Ozan büyüdü, dedesinin büyüdüğü eve gitti, fotoğrafları aldı eline ve aynı yöntemle mektup gönderdi Ege’ye. Türk – Yunan dostluğunu iliklerime kadar hissettim ve bu filmin Yunanistan’da da gösterime girmesini deli gibi istedim.

Velhasıl düştüğüm yerden kaldırdı beni Çağan Irmak.
Ve Ouzo mutlaka bu filmin üzerine içilmeli! Gidin, bulun ve için!

İçi buram buram ege kokan bu duygu balonuna tam tepemdeyken iğneyi batıran Çağan Irmak’a sonsuz teşekkürler.

Artı ve eksilerimle.

mirfanK’11

Blog

Işıklı

eskinin gözleri,
başkasının feneriymiş meğer.
açlıktan ağzı kokan sinek misali
ışığa aldanmışız / yanmışız.

kahveye çalan gözler
ömürden çalmış meğer.
eskiyen yalnızca bakışlar değil
zuladaki sevdalıkmış / sevdiysen eğer.

fotoğraf: Murathan Özbek

mirfanK’11
Blog

Yerden Gizli

engel

yerden gizli,
düşlerden habersiz taşıyamam seni.
uzağımda damlasan da,
hepi topu bir yudum olsan da,
uzanamam / dokunamam.

mirfanK’11

Blog

Mutsuzken Konuşma

26.11.2011 – Cumartesi
00:13 / -22’C / Erzurum.



Nefes alınca burun deliklerim birbirine yapışıyor, korkuyorum donmaktan. Ayaz gözlerimi yakıyor, kıstım gözlerimi etrafı izliyorum. Sokak lambalarının altından geçtiğimde gözlerimde kristallenen turuncu ışıkları yine yokluğunla atıyorum. Şimdi iplerin bende gibi, gözlerimden akan seni biraz daha hızlı yürüyerek dondurabilirim. Tahminen gamzelerimin altında bir yerde donup kalırsın, hadi yine iyisin, seversin gamzelerimi.

Aslında daha güzeli ne biliyor musun? Sıcak bir yere girdiğimde yanaklarımdan boynuma süzüleceksin, sonra tenimde kaybolacaksın. Bunu hayal ederken titriyor sesim. Bu normal mi?

Gördüğüm her kuş için bir şiir okuyorum,  içimden onlar için uçmak geliyor fakat yapamıyorum. Onları omuzuna konan kelebeğe benzetiyorum, sözün özü seni yaşatmak istiyorum. Kelebek kanatlarını çırpıp uçtuğunda omzuna konan tozlar için bir bahçe yaptım okulun orada, çiçeklere bakıyorum, kelebeği bekliyorum, seni seviyorum, bakma aslında bunlar da rutine bindi.

İçime kök saldı bu ayaksız halin. Hiç gitmeyecekmiş gibi çiçekler açtın, onlarla konuştun, güneşe çevirdin. Eh, bunlar karşılığında da tarifsiz bir şekilde sevildin. Biliyorum, çok kıskandı yüreğimin ortasında açan çiçekler, kıskansınlar, sevildin.

Bu kadar çok sevilmen sana ayak oldu, sana gidiş oldu bilirim,
İçimde adına estirdiğim her rüzgar gözünü dışarı taşıdı,
Git,
Ben yine kök salmamış her periyi sen sanacağım, her kelebeği yüreğine saracağım.

Git..

Çizim: jhd

mirfanK’11
Blog

Kasım’da Aşk Budur!

“Öğretmen mum gibidir, erir fakat aydınlatır.”


Vatana, millete faydalı birey tanımına en çok bu kutsal meslek yakışıyor,
Lapa lapa kar altında inci gibi dizilen öğrencilerin gözlerindeki ışığın bütününü taşıyor öğretmen, dalgalanan ay-yıldızın altında.

Yeri geliyor göçük altında kalıyor,
Yeri geliyor şehit ediliyor, kanıyla renk katıyor bayrağa.
Yeri geliyor sobadan sızan gaz ile göçüp gidiyor öğretmen.

Çorabımızda sigara saklayıp kandırmaya çalıştığımız öğretmen buğulu pencereden bizi izlerken anamız babamız gibi kahroluyor.

İlkokul sıralarında yazmayı öğrenmek için çizdiğimiz çizgileri şimdilerde doğru ve yanlışı ayırmakta kullanıyoruz.

Şimdi tüm bu fedâkarlıklara bir ücret biçip yılın sadece bir günü kutlamaya çalışıyoruz.
Bütün maddiyatlar yoksul kalıyor öğretmenimin yanında,
Yılın her günü “kutlu olsun öğretmenim” deyip kapansam eline sönük kalıyor bu emeklerin gölgesinde.

Peki gelecekte sandığımız şey ya geçmişteyse?

Öğretmenler!
Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister.

Kemal Atatürk.

mirfanK’11
Blog

Ne Yapmalı? – 2






26.10.2011 itibari ile;
Birçok kurum ve kuruluş Van ile ilgili olağanüstü yardım gerçekleştirdi. Gerek kargo şirketleri, gerek ilaç firmaları gerekse havayolu şirketleri -Onurair hariç- büyük özveri ile çalıştı / çalışıyor. Bankalar kredi ve kredi kartı ödemelerini yaklaşık 3 ay öteledi. GSM operatörlerinin bölgede ücretsiz telefon görüşmesi sağlamak için çalışma yaptıkları söylendi. Tüm ankesörlü telefonların ücretsiz kullanılabildiği açıklandı.
Yaptığı yardımları açıklamayan ama büyük yardımlar yaptığına inandığımız kurum ve kuruluşlar da var.
Sözü uzatmadan bundan sonrası için ne yapabiliriz;

Önümüzdeki 5 günün hava tahmin raporu maalesef Van’ın çok soğuk olacağını gösteriyor. Bölgeden gelen haberler doğrultusunda acil olarak Çadır, Kışlık bebek giysisi, Isıtıcı ve prefabrik yapılara ihtiyaç vardır. Konu ile ilgili rahatsız edip yardım talep edebileceğimiz kuruluşlar:

Politen Branda – İletişim: 0 (212) 474 73 39 / GSM: 0 532 796 38 58
Efes Çadır – İletişim: 0 (232) 479 05 25 | 479 09 48 | 479 06 53
UFO – İletişim: 0 (212) 886 30 00
Yuva Prefabrik – İletişim: 0 (232) 251 70 50 
Bebek Market – İletişim:  (0212) 270 79 80 – 283 98 17 – (0530) 667 64 60
Milupa – İletişim: 0 212 385 26 00
Hipp Mama – İletişim: +90 (216) 428 30 40-41-42-43

*Van İçin Rock etkinliğine gitmeseniz bile tüm gelirleri Van’a bağışlanacağı için bilet alabilirsiniz.
*#EvimEvindirVan! etiketiyle twitter’da büyük yankı bulan kampanyanın artık bir web adresi var. Özellikle çevre illerin katılımı bekleniyor.
*En önemli detaylardan birisi de mükerrer paylaşımlardan kaçınmak. Enkaz altında bulunan birisi için aynı anda yüzlerce kişi tarafından telefon ve tweet alınıyor.
*Kızılay web sayfası aracılığı ile 55 TL karşılığında gıda paketi hazırlıyor.
*2868’e boş mesaj göndererek Kızılay’a / 2930’a AKUT yazarak Akut’a yardımda bulunabilirsiniz.
*AKUT, Kızılay ve bölgedeki diğer kuruluşları bilgi almak amaçlı aramak yerine sosyal medyayı takip etmekte fayda var. Zaten yardım talepleri ile telefon hatları oldukça yoğun.
*Chicago’da yaşayan Türkler yardım topluyorlar.
*Tekrarlamakta fayda var; bağışlarınızı öncelikli olarak lütfen Kızılay ve Akut’a yapın.
*İl ve İlçelerde bulunan Kızılay Şubeleri için bağlantıyı kullanabilirsiniz.
*Yardım toplama noktaları ve daha fazlası için Yalnız Değilsin Van!
*‎”Van’da Kürtçe bilen psikolog veya psikoloji öğrencisine ihtiyaç duyulmaktadır. Post-travmatik stres bozukluğu yaşayanlar arasında Türkçe bilmeyen çok sayıda yurttaş bulunmaktadır. İletişim için: 0532 409 70 80 / 0505 605 93 18 / 0535 319 21 68 / 0532 231 09 23”

Eklememi istediğiniz her şeyi alt taraftaki bölüme yorum olarak yazabilirsiniz.
Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Blog

Ne Yapmalı?

23 Ekim 2011 Pazar günü 7.2 şiddetiyle sarsılan Van için neler yapabiliriz ufak bir yazıyla anlatmak istiyorum.

  • Mevsim gereği bölgede hava sıcaklığı oldukça düşük. Özellikle geceleri 0’a yakın, hissedilen -‘leri bulabiliyor. Bu yüzden kışlık yardımlara öncelik tanınması önemli. 
  • MNG ve PTT Kargo’dan sonra Yurtiçi Kargo’da resmi twitter hesabından yaptığı açıklamayla bölgeye ücretsiz taşıma yapacağını açıkladı. MNG ve PTT Kargo ücretsiz gönderileri sadece “Kızılay’a” yapıyor, en doğrusunu yapıyor. Kızılay öncelikli yardım yapılması en doğru olanı.
  • Genel İhtiyaç Listesi: Çadır / Kışlık giysiler – özellikle bebek giysileri / Mama / Bebek Bezi / Battaniye / 
  • Sosyal paylaşım sitelerinde bazı hesap numaraları ve bu hesap numaralarının PKK’ya destek veren derneklere ait olduğu yönünde söylentiler var. Bu yüzden yapılacak para yardımlarının kişisel hesaplara yapılmamasına özen gösterilmesi gerekiyor.
  • Çevre illerden ve komşu ülkelerden profesyonel yardım ekipleri bölgeye ulaştı / ulaşıyor. O yüzden profesyonel bir kriz eğitimi almamış iseniz bölgeye gitmenizin faydadan çok zararı var. “Bir taşı yerinden kaldırsam kârdır.” mantığı şu an için doğru bir mantık değil. Yol ve ihtiyaç giderlerini bağış yapmak daha mantıklı. TSK iki tabur asker ile bölgede çalışmalarını aralıksız sürdürdüğünü açıkladı.
  • Büyük marketlerin bölgedeki afet merkezi ile irtibata geçtiği ve kamyonları ile kritik durumda bulunan köylere yardım hazırlığına girdiğini duydum. En azından Erzurum için. Diğer iller de böyle girişimler yapmalı, Afet Merkezi’nden alınan bilgiler doğrultusunda yardımlar taşınmalı.
  • Kızılay web sayfası aracılığı ile 55 TL karşılığında gıda paketi hazırlıyor.
  • 2868’e boş mesaj göndererek Kızılay’a / 2930’a AKUT yazarak Akut’a yardımda bulunabilirsiniz.
  • Google Kişi Bulucu hizmeti ile bölge için büyük kolaylık sağlıyor.
  • Facebook, Twitter, Friendfeed gibi sosyal paylaşım sitelerinde dolaşan telefon numaralarını gereksiz yere meşgul etmemekte fayda var. Bölge baz istasyonlarının zarar görmesi sebebi ile fazlasıyla şebeke sorunu yaşıyor. Arayıp “iyi misiniz?” demek yerine hatları meşgul etmemek daha büyük fedakarlıktır.
  • Bulunduğunuz yerden Kızılay’a kan grubu ayırmaksızın kan bağışı yapabilirsiniz.
  • Yine sosyal paylaşım sitelerinde yakınmak yerine “enkazdan çıkarılanların isimlerini” paylaşmak herkese moral olacaktır.
  • Hemen hemen tüm büyük belediyeler yardım için organizasyonlar yapmakta. Yardımlar belediyelere de ulaştırılabilir.
  • Bulunduğunuz şehir otogarlarından Van otobüs firmalarına yardımlarınızı ulaştırabilirsiniz.
    Firmalar: Best Van / Van Gölü / Yeni Van / Van Erciş Sema / Öz Erciş
  • İstanbul Valiliği Evim Evindir Van! Projesi için telefon numaraları: 0 212 455 56 75 /  0 212 455 56 84
  • Twitter’da #EvimEvindirVan etiketi ile evinizi açabilir, projeye dahil olabilirsiniz. Böylelikle insanların size ulaşması nispeten daha kolay olacaktır.
  • Bağışlarınızı lütfen Kızılay ve Akut’a yapın.
  • Mühim olan koordinasyonu sağlayabilmek, bilinçsiz atılan her adım tehlikeli olabilir. Lütfen bilinçsiz hamlelerden ve bağışlardan kaçınalım.
Eklememi istediğiniz her şeyi yorum olarak yazabilirsiniz.
Allah hepimizin yardımcısı olsun.
Blog

Bir Zamanlar Anadolu’da

bir zamanlar anadolu'da.
“Anadolu’nun herhangi bir yerinde soluk aldıysanız eğer bu film sizin için tebessüm ediyor olmalı.”


İş sonrası çay bardağı ile içilen rakının tadından bozkırları kaplayan otların rüzgarla söyledikleri türküye kadar birçok şey Nuri Bilge Ceylan tarafından Bir Zamanlar Anadolu’da filmiyle hasretle sarılmamız için bize sunuluyor.

Gözleriniz dolduğunda, aynı sahnenin tebessümü yüzünüze oturmakta gecikmiyor.

Üç Maymun’dan tanıdığım Ercan Kesal’ı mükemmel “Muhtar” rolü ile izlemekten inanılmaz keyif aldım. Rolüne bağlılığı ve inanılmaz oyunculuğu ile bende gerçekten “oralardan bulunmuş bir muhtar” izlenimi bıraktı. Kaldı ki bu sayede Nuri Bilge Ceylan “Halktan kopuk” yönetmen yaftasından da bir kez daha ustaca sıyrılmıştır.

Yılmaz Erdoğan’ın oyunculuğu bence budur. Filmin kadrosunu ilk okuduğumda çoğu insan gibi “Acaba NBC filminde Yılmaz Erdoğan nasıl durur?” diye düşünmeden edemedim. Fakat filmin hemen başında bu düşüncemin yersiz olduğunu Yılmaz Erdoğan bizzat kanıtladı.

Şaşıfelek Çıkmazı’nda bize sihirbazlık yapan Kubilay Tunçer’in otopsi yapan bir hastane görevlisiyken burnundan sigara çıkarma numarası ağzımı açık bıraktı.

“Elma daldan düşüyor, yuvarlanıyor, sonra dere yatağında duruyor.” Kendini filmle bütünleştiremeyenlerin, her şeyin sonunda %100’lük bir mesaj bekleyen insanın hiçbir şey anlamayacağı sahne. Sayın Uluç’ta bunlardan biri. Sonunda bir şey olmuyor diye yakınmış. Mesela cesede çarpmalıymış elma. Av Mevsimi’nden benzetme yapmış hatta, komik. Filmi izlemeden önce Nuri Bilge Ceylan’ın birçok yerde Recep İvedik -3’te “Üç Maymun” filmine gönderme yapan Şahan Gökbakar’a cevap verdiği söylendi. Nuri Bilge Ceylan’ın Recep İvedik -3’ü izlediğine dahi inanmadığım için üzerinde fazla durmadım. O yüzden maktülü Recep İvedik’e benzetenlere şaşırıyorum, yanılmıyorsam kendisi de Rİ-3’ü BZA’yı tamamladıktan sonra izlediği yönünde bir açıklama yaptı.

Bir ağabeyin kardeşi için yaptığı fedakarlık, bir savcı’nın yıllara verdiği ağır hesap, bir köpeğin insanları kıskandıran sadakati, bir polis’in Anadolu kokan şivesi ile çalışmak için yaşadığı çaresizliği, bir doktor’un akıl almaz sessizliğini, film boyunca Anadolu’ya ait olmayan bir adamken filmin sonunda Anadolu’nun ta kendisi olduğunu göstermesini, gün ışırken köy ekmeğine sürülen karakovan balının tadını, saatler süren yolculukta bir bozkırın kenarında duran çeşmeden içilen suyun tadını hissediyorsunuz.

Bu başyapıt sizi 157 dakikalığına farklı bir dünyaya taşıyor ve o dünyada “Bozkır yükü taşıyan, Anadolu’da toprağa dokunan” bir hikayeye konuk ediyor.

Filmin müziklerini gökgürültüleri ve bozkır yolculuğunda arabanın radyosunda çalan türkü oluşturuyor. Bu yüzden izlediğim en iyi Türk filmi. Kesinlikle çok daha iyi yerlere gelmeli.

Bir Zamanlar Anadolu’da yaşadıysanız eğer,
Bir Zamanlar Anadolu’da sizi gözünüzden yakıyor ve

“Diri diri gömüyor..”

mirfanK’11
Blog

Aldatıldık Ey Haklım! Unutma Bizi!

aldatildik ey halkimBugün ferman günü…
Kralı ortalıkta gören yok. İnzivaya çekilmiş, ağlayan bir peri kızına nasihat ederken görmüşler en son. Kral çok sinirlenmiş, olayın dillenmesinden çok korkuyor.
Yakılan şövalyenin kardeşi var ya Edwart, o anlattı. Bana yalan söylüyor gibi geldi.

Donanmanın son yaptığı çıkartmada bir adayı ele geçirmişler dostum. Sanata ışık tutacak çok şirin simgeler varmış. Ne dersin? Parlarım oraya yerleşince.

Haa hani şu Kralın odacısı var ya, günlüğünü el altından beş altına satan? Onun evinde de Kralın sevdiği bir kıza ait mektup bulmuşlar. Ama ben inanmadım. Sözde Kral mektepte ders verirken bir öğrencisi âşık olmuş, o da merhamet etmiş ama kız sağda solda "Kral benimle evlenecek, boşuna güvenmeyin ona" deyince diri diri gömmüşler çöle. Bu kral pek zalim çıktı, halk yakında ayaklanır Zaidecdemişti dersin. Bu adam duygusuzluğun Kralı olmalıymış.

Pehh..

"Haşmetli Kralımız Ivan halkına bizzat seslenecek, herkes öğle vaktinde -Kale- önünde olacak! Duyanlar herkese duyurmakla yükümlüdür. Haşmetli Kralımız Ivan…"

"… Çabuk hazırlan abla, O’nu daha yakından görmek istiyorum.
Dona benimle gitmek zorunda değilsin! Git gör Kralını …
"

Yankılanıyor yüksek rakımlı bir kentin dağlarında ferman sesi.
Herkes Kralın bizzat katılacağı fermanı merak etmektedir.
Kafalar karışık, aşk olgusu yerleşeli çok olmuş, insanlar çoktan başka nefisler peşinde…
Daha yeni yeni her kafadan bir ses çıkıyor. Daha deyimleştirilmemiş.

Kralın aynı makamı paylaştığı askerleri pek ileri görüşlü…

"Kral tek tek alay etti hepsinin çıkarcı duygularıyla, bu ferman halkın beklediği stratejik fermanlardan değil. O haddi olmadan sahiplenmeye çalışanlar varya Kralı? Asıl mevzuu bu. Ben dahi yılların veziri olarak onun tek yakınının azrail olduğunun farkındayım. Çığır açacak bu ferman, onu masmavi bir mürekkeple yazmış. Sabahtan beri kimseyle konuşmuyor, sesini koruyor büyük ihtimalle…"

Halk karışık.
Vezir dahi sessiz…
Herkes fetih planlarında
Veya az vergi alınsın telaşında

Kral
Kralcı
Aşk…

-Kale- önünde toplanmış yüzlere baktı.
Elinde itina ile katladığı fermanı, yanında sevenleri, ön sırada da onu en çok sevenler vardı.

Bir süs furyasına kapılmış halkın on yedilikleri…

Kral güneşi arkasına aldı:

"Halkım!

Geriye doğru saydığımda kimse bildiğini okumayacak artık.Başına buyruk olanların hali ortada, bense sizin bu vahim duruma düşmenizden ötürü perişanım.

Son – ki – üç – Aldatıyoruz!"


O tarihe şerefsiz harflerle yazıldı belki.
Ama bir çığır açtığı kesin. Bir bütün olarak sevip bunları parça parça insanlarda toplayıp farkına varanların da parça parça olmasına sebep olanların idolü o şimdilerde…

Ivan’ın bu üç satırlık fermanına yıllarını sığdıranlar unutulmama kaygısıyla böyle bir şey yaptığını savundular. O günümüzün havasını solusaydı fermanı şüphesiz ki
"Aldatıldık ey halkım! Unutma bizi…" olurdu.

"Yeni Mesaj Yaz- `Seni seviyorum` – Gönder – Çok kişiye gönder – Ayşe, Fatma, Oya (ve daha niceleri) – İletildi…

"Yeni Mesaj(lar) Alındı – Ayşe: Bende seni seviyorum, Fatma: Seni çok seviyorum,Oya: Seni sevyrm"

Biz Ivan’ın torunlarıyız!
O haşmetli Kralın.
Unutmayın bizi.

mirfanK’08

Blog

İstanbul’u Gördüm

istanbulu gördüm
Unutmadan,
İstanbul’u gördüm gitmeden
Yedi Tepesi’ni de gördüm
Sevmeden yaşar mı insan?
Sen de sevmiştin burada biliyorum.

İstanbul’u gördüm,
Boğazda çırpınan kahpelikleriyle
Kız kulesine yüzen çarpık aşklarıyla
Sahilde el ele dolaşan aşıklarıyla.

İstanbul’u gördüm,
Yalısında sefasıyla
Gökyüzünde cefasıyla.

İstanbul’u gördüm
Bir Cami’de sela sesiyle uğurladı beni.
Gururlandım / şad oldum.
Birileri dinlerken İstanbul’u
Ben
Gökyüzünde
Kayboldum.

mirfanK’09