Gün batımını beraber izleriz diye ummuştum. Aşkın kılık kıyafet yönetmeliğine uymuyoruz pek. Yıldızlara böyle görünmesek iyi olur. Bugün biraz hızlı işliyor, olaylar eli bıçaklı. Ay haddini aşmış, günün batmasını bekliyor…
Sen güneşi batıralı çok olmuş. Duvarlar da hak verir ki önce kendi eksenim etrafında dönerek dünü tamamlayışım, ardından da senin etrafında dönüp dövüşen mevsimleri ayırma amaçlı küçük gösterimi arka cebine koymuşsun. Bu da cebinde bir kaldırma kuvvetine yol açmış. Bu sebepten ötürü balkonun önünde tuhaf yürüyorsun.
“… yalnız kalmak istiyorum.”
Bu büyük sessizliği dağıtan cümlenin bu olması çok üzücü. Saygıyla isteğini onaylıyor Canary Adaları’nda çok popüler olan bir ıslık diliyle umursamıyorum. “Silbo” denilen bu dilin şarkıları da çok güzel. Aslında yüzüm düşükken konuşmayı sevmem pek. Yapmacık gelir dudaklarımın aralanması için atılan her takla. Bu yüzden kağıtları daha sadık bulurum kul(ak)lardan. Gecelerin kimseyi dinlemeden uzaması, sabah davetsiz başağrılarının geldiği dönemler olmuştur herkesin hayatında. Bense senin dahi içinde bulunduğun bu dünyayı hiç sevmedim. Düşlediğim gibi değil hiç. Ardından sayıyorum ya böyle, rahatlıyorum aslında. Birazdan elimde kağıt ve kalem ile geleceğim. Uzayan cümlelerin mutlak bir kelimesi düşlerimin enkazından çıkıyor. Tek nefeste okuduğun nakaratların suslarında buluyorum kendimi…
Odanın duvarlarında hayallerini düzenliyorsun, farkındayım. Senin de tanık olduğun bazı ölüm olayları var. Ortak ahbaplarımız ölüyor bir bir, kısa vadede yapabileceğin şeyleri harmanladığının farkındayım. Ama kendi kendime söylendiklerimi dinleyerek bunu yapamayacağın aşikar. Biliyor musun diye başlıyorum söze…
“Ben emeklerken daha parlaktı yıldızlar,
Şimdi usta gibi yürüyorum
Ama
Gittikçe uzaklaşıyorlar
Hem benden
Hemde
Sidik zoruyla dönen
Şu yalandan da yalan
Dünyadan”
Cümlelerim acıtayınca çıkarayım mı? Kaşlarını kaldırıp hüzünlensen aslında, bende ekşirim seninle hani. İlk hicretimsin sen. Bugüne kadar hep akreplere sordum yelkovanı. Oysa seni sevdiğimden beri daha tazyikli gözyaşlarım. Sende takdir edersin ki sana varmak yeni bir çağ başlattı. “Nasıl oldu da sevebildin bu kadar?” diye sesleniyorsun odandan…
Sözlerim bir hikayeyi sonlar gibi. Ağır ağır işliyor yüreğine.
“Sen doya doya içesin diye gittim suya.
Susuz kaldım.
Sense avuçlarında
buz tutmuş bir sevda ile
Güneş aramaktasın
Kana kana içmek için
Önce beni yakacaksın
O tuzu bol sevdaya kandıktan sonra
Bir yudum su için
Yine beni anacaksın
Dumanım bile kalmaz
Sen taktıktan sonra…”
Amber taşı tesbihimi yeni bir sabır serisi için doladım bileklerime, ardıma baktım son kez. Yutkundum geride kalanları.
Artık güneş batabilir…